23 Nisan 2013 Salı

KAHVE YANINDA SU İKRAMI
Pek çok söylentileri olan bu geleneğimizin ; benim bidiğim duyduğum hikayesini paylaşmak istiyorum. Ve ümid ediyorum bu başlığın altında bilinen diğer yorumlarda burada paylaşılarak bilgi aktarımına neden olur.
Bizler tarih boyunca misafirperverlik niteliğimizle tanınmışız.Burada bu misafirperverliğin inceliğine hayran olmamak mümkün değil.
Gelen misafire tepsi içinde gelen bu ikramda ,misafir önce suyu alırsa karnının aç olduğunu ifade edermiş, ev sahibi hemen kahve tepsisini geri alıp yemek tepsisi ile geri dönermiş. Önce Kahve fincanını alması misafirin tok oluşunu gösterirmiş.
Ev sahibi ile misafir arasındaki bu incecik çizgi her iki tarafında ne kadar hassas olduğunu göstermez mi? Ev sahibi misafirini incitmeden, misafirde kendi onuru kırılmadan meramını anlatmaları bence Türk Misafirperverliğinin en güzel örneklerinden biridir.
Bir başka yorum
Dost Meclisi kahve yaninda ikram edilen suyun gelen misafirlerin kahve icildikten sonra agzini calkalamasi ve temizlemesi icin kullanilirmis bu gelenek gunumuze kadar tasinmaktadir
benim bildiğim ise; su kahveden önce ağzı temizleyip Türk Kahvesi’nin tadına varılması için verilir. Kahvenin içilmesinin ardından o lezzetin devamını sağlamak için tekrar su içilmemesi ise ince bir şekilde “elinize sağlık” demektir. 
Şekerin kültürümüze sonradan girmesi sebebiyle gerçekte Türk Kahvesi’nin sade olarak yapılması, bunu içemeyenler için de “rahatlı kahve” vardır.
Türk Kahvesinin Yeri Başka; Türklerin kahveyle tanışması 16.yüzyıla kadar uzanıyor.Kanuni Sultan Süleyman döneminde,Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın kahveyi saraya kabul ettirmesiyle Türk kültürüne yerleşen bu tat,Avrupa’ya da Türkler tarafından yayıldığı için,uzun yıllar ‘Türk Kahvesi’ olarak anıldı.Zamanla Avrupalılar da kahveye kendi kültürlerinden birşeyler kattı ve bugün bildiğimiz kahve türleri oluştu.Kahve Osmanlı hududları içinde önceleri ‘çiğ tane’ olarak alınıp dibeklerde dövülüyor ya da el değirmenleriyle çekiliyordu.Türk kahvesinin günümüzde de en ünlü isimlerinden biri olan Kurukahveci Mehmet Efendi’nin kahveyi ilk kez dolaplarda kavurup değirmen de döverek geniş çapta üretime geçen kişi olduğu söylenir.Türklerle özdeşleşen kahve,kültüre o derece yerleşti ki,sabah kahvesinden önce yenilen yemeğe ‘kahve altı’ denildi;bu kelime zamanla ‘kahvaltı’ya dönüştü.Türk kahvesi,özel bir hazırlama ve pişirme yöntemiyle yapılır.Türkler tarafından keşfedildiği için bu ismi almıştır.Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür.
“Gönül ne kahve ister ne kahvehâne, gönül sohbet ister kahve bahane” …
Birde kahvecilere Çek bir tane ”Üzerinde Nallı deve yürüsün ” dediklerini duyardım.

Bir de halk arasında şöyle bir söylenti vardır ”Ehli keyfin ,keyfini kim tazeler? Taze elden taze pişmiş taze kahve tazeler” Kahveyle ilgili günlerce paylaşacağımız anılarımız ,duyduklarımız var bunları zaman zaman buralarda paylaşmak gerek ki gelecek nesile taşınsın.

Kahve sohbeti tekrar açıldığına göre Kahve falından bahsetmeden olmaz.”Fala inanma Falsız da kalma” sabah kahvelerinin sohbetlerinin sonu fal bakma ile noktalanırmış. Edindiğim bilgiye göre kahve falı sadece Türk Kahvesi ile olurmuş, ince öğütülmesi ve ince telvesi fal bakımı için en uygunu imiş.
Neyse Halin Çıksın Falin; ‘Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır’. Kahve biter,ritüeli bitmez.Lezzetle kahvelerinizi yudumladıktan sonra,hatta yudumlarken bile aklınızda hep aynı soru vardır.’Fal bakmayı bilen var mı?’ Varsa,tabağı fincanın üstüne koyduktan sonra fincanı ters çevirerek kapatırsınız.Fincan soğuduktan sonra,’Neyse halin çıksın falin’ sözleriyle açılır.Kuruyan kahve telveleri fincanın içinde desenler oluşturmuştur.İşte bu desenlerin fal bilenler için bir anlamı vardır;onlar geleceği haberdar ederler.İnananlar çoktur.Kahve falı oldukça eski ve son derece klasik bir kehanet yöntemidir.Başta Türkiye olmak üzere özellikle Müslüman ülkelerde çok geçerli bir fal şeklidir…
İslamda haram olmasına rağmen.Bende her maç öncesi bir kahve içer kendi kendime bakarım. Sanki görürümde. Hani pozitif düşünme diye bir telkin varya. .

Bir anekdotla ben de katılayım.70 li yıllarda kahve sıkıntısı da çekilmişti.Kahvehanelerde kahve hem bulunmuyor bulunsa da tarifenin üzerinde bir fiatla satılıyordu.Hatırlı bir arkadaşı ile kahve içmek isteyen kahveciye ağzı ile bize iki orta diye bağırır sağ elinin baş parmağını işaret parmağına sürterek kahveciye, misafirine çaktırmadan işaret verirdi.Bunun anlamı bir fincanı ikiye bölmekti…
ilave olarak; kahvenin yanına bir miktar nohut katılır ve ikisi birden çekilerek, kahve yapılırdı, hatta son zamanlarında o kadar çok nohut konmaya başlanmıştı ki, tamamen nohuttan yapılan kahveler içilmekte idi..
Kahvenin pahalı veya karaborsa olduğu 1950 li yıllar Kehveye en uygun nohut ve çavdar ilave ederlerdi. kahveyi biraz koyu ve acıca sevenler çavdar karıştırırlardı. NohuT biraz daha kahvenin rengini açar ve ekşimsi bir tad verirdi.Biz Edirnede rahmetli kayınpederimin yardımı ile kaçak kahve bulabilirdik. Hata o yıllar Edirnede çok büyük kahve kaçakçılığı olurdu büyük kaçakçılar Edirneye gelip ÇOK BÜYÜK PARALAR KAZANMIŞTI.

http://www.tedaproject.com/EN/dosya/2-5977/h/turkishcoffeeculture.pdf

Muasır tarihçi Mustafa Selanikî Efendi’ye göre, ‘kahve erbâbı’ yeniçerilerin dedikodu yapmalarını artırıyor ve kavehânelerde öğrenciler ve suhteleri devlet aleyhine ‘tahrik’ ediyordu. Kısacası, buralar birer ‘fesat yeri’ydi.Muasır tarihçi Naimâ, fitne kapıları (ebvâb-ı mesâvi) olarak nitelendirdiği kahvehânelerin başka zararlarına değinir ve bu arada kişisel görüşünü de açıkça yazar. Kahvehânelerde kahve genellikle tütün (yaprak-ı mekrûh veya berg-i tönbeki) ile birlikte içildiğinden yangın çıkıyor ve halk perişan oluyordu. Bu mekanlarda toplanma (cem’iyyet) devlet aleyhine dedikodu ve fitne-fesat (mesâvi) çıkarma anlamında algılanıyordu. IV. Murad, kahvehâneleri kapattıktan sonra tütün içimini de yasaklamıştı. Hatta, Edirne’de birkaç ısrarcı kahveci asılmıştı.
Engin Koç;
İslam dünyası 15. yüzyıl itibariyle kahve ile tanışmıştır. Kahvenin Osmanlı’ya ticari anlamda girişi ise 1517’de Mısır’ın fethini müteakiben gerçekleşmiştir. 1519’da ise kahvenin ilk kez İstanbul’a girdiği görülmektedir. Bu tarihten sonra kahve ticareti gittikçe artmıştır. 1554 – 1555 yıllarında, Kanuni Dönemi’nde, ilk kahvehane Tahtakale’de Hakem ve Şems adlı iki kişi tarafından açılmıştır. Kahve, tüccarlar tarafından İstanbul’a, Edirne’ye, Bursa’ya getirilmiştir. Fakat o zamanlarda sadece toplumun üst tabakası tarafından tüketilmektedir. Zamanla alt tabakanın da gittikçe bir kahve kültürünün oluştuğu gözlenmiştir. Anlaşılacağı üzere ticaret, kahvenin yaygınlaşmasındaki başlıca etkenlerdendir. Kahvenin yayılmasındaki diğer etkenlerin ise dervişler ve askerler olduğu ifade edilir.
Firuzan Takan;
Engin Bey teşekkürler . Oturak değirmen çok hoşuma gitti. Bizde aynısı vardı oturulan kısmın yarısı yoktu rahmetli anneannem Balkan harbinde bomba düştü yarısını havaya uçurdu derdi. Ve her kahve çekişinde ağlardı. Birde kahve kavurmak için dolaplar vardı. şimdilerde İstanbulda bile aradım bulamadım. resmini de çok araştırmama rağmen bulamadım kahve çalı çırpı ateşinde güzel kavrulurdu. Sonra Pompalı gaz ocaklarında kavurduk ondan sonrada herkes hazır almaya başladı hepsi yok oldu.
Engin Koç;
Ben çocukluğum da bir kahve değirmenine sahip olmuştum…Ama oyuncak olarak arkadaşım bana vermişti.Yalnız metal değil ahşap bir haznesi vardı.Ve Bulgaristan’dan getirdiklerini söylemişti.1970′li yıllar…
Firuzan Takan;
Onların gerçek olanlarıda vardır. oturak kahve değirmenlerinin değirmen kısmı gibidir bende de var.bu değirmenlerde Almanlar 2. Dünya savaşında içtikleri flitre kahveyi ucuza mal etmek için evde KENDİLERİ ÇEKERMİŞ.
Engin Koç;
1840’dan Önce Sosyal Kontrol
Fesât ve şeytan ruhlu takımının icad edip yaydıkları yalan ve uydurmaları hayr ve şerrini bilmez ve yarar ve zararını farkeylemez ahmakân ve eblehân gürûhı dahı kahvehânelerde ve berber dükkânlarında birbirlerine rivâyet iderek had ve vazîfelerinden hâric ve Devlet-i Aliyye’ye dair kelimât söylemeye cesâret eyledikleri ihbâr olundığına binâen o türlü kelâm söylemeye cesâret olundığı tashîh olunan kahvehâne ve berber dükkânları kapatılıp yıkılarak, gerek dükkân sâhibleri ve gerek faydasız ve boş laf söylemeğe cüret idenler yakalanıp ve cezalandırılıp ve sürülmek lâzim gelüp, ancak bir defa eyicek tenbîh ile îkâz itdirilmek merhametle hükmedene uygun olmağla bu defa cümleye tenbîh ve îkâz içün o türlü dükkânlardan en kötü şöhretli olanlar kapatılıp yıkılarak ve sâhibleri sürülüp ve her semtün hakimler ve zâbitlerine başka başka fermân-ı âlî ile tenbîh olunmağla bundan sonra kahve ve berber dükkânlarında ve diğer dükkanlarda ve halkın toplandığı yerlerde ve ricâl-i Devlet-i Aliyye dâ’irelerinde ve hademe ve katipler arasında vazîfesi olmayan devlet işlerine dâir söz söylemeye cesâret ider her kim olur ise yanında bulunanlarla beraber yakalanıp ve diğerlerine ibret için cezalandırılıp ve hükm-i siyâset icrâ kılınmak içün taraf taraf mahsûs tebdîller [hafiyeler] ve tebdîl oldığı bilinmeyecek âdemler ta‘yîn [olunsun] (Cevdet-Zaptiye 302 – metin kısaltılmış ve dili sadeleştirilmiştir).
1798 yılına, III. Selim dönemine ait bu ferman, o dönemde devletin kahvehanelere bakışı ve sokaktaki sözü algılayışı ile yukarıda özetlemeye çalıştığımız 19. yüzyılın ortalarına doğru popüler siyasal söylemi algılayışı arasında nasıl bir zıtlık olduğunu ana hatlarıyla ortaya koymaktadır.
Firuzan Takan;
Herkes ne kadar güzel bildiklerini paylaştıda, hiç kimse eşimi istemeğe giitiğimizde eşim bana TUZLU KAHVE İKRAM ETTİ demedi.
Engin Koç;
Benim kahvem tatlıydı,eğer öyle birşey olsaydı,çekinmeden söylerdim…
Şener Kulalar;
Saraçlar caddesi sonunda, Balıkpazarına giren köşedeki büfenin arkasında, kahveci Ali vardı, zayıf uzun boylu bir zat idi, birde Tamburacılar caamisinin köşesinde bir kahve vardı, yazları biz çıraklar oraya çay, kahve söylerdik, her hafta sonu istenmediği halde tüm esnaflara ücretsiz çay getirirler ve güğüm altından diye söylenirdi.(yani bir adetti)
Tufan Baş;
Evet bir de kahve kavurma olayı vardı.Yaklaşık 10 cm.ÇAPINDA BİR SİLİNDİR İÇİNDEN, GEÇMİŞ 1 METRE CIVARINDA BİR ÇUBUK.Silindirin içine çiğ kahve konur bahçede uygun bir yere ateş yekılır çubuk bir duvara dayatılır düzenli çevrilerek silindirin içinde ki kahveler kavrulurdu.
Tufan Baş ;
Firuzan Takan hanım muhabbet 80 yıl süreceğe benziyor
Firuzan Takan;
Evet ben o kahve dolabını arıyorum ama bulamıyorum. Birde ninelerimiz o dolabı çevirirken yanık hüzünlü sesleriyle ”Kahve olsam dolaplarda kavrulsam ” diye o güzelim Rumeli türküsünü söylerlerdi.
Tufan Baş;
Evet o çok maharet isteyen bir işti.Kahve taneleri ne çiğ kalacak ne de fazla kavrulmayacaktı.O dolaplar Ateş ve is ten simsiyahtı.Bel ki bir gün bir yerden buluruz.
Firuzan Takan;
çok doğru Tufan Bey ,bırakalım artık mı diyorsunuz.Analatacak olsak ne anılar var yazamadığımız.
Tufan Baş;
Tabi ki bırakmayalım bunları gelecek nesillerin bilmesi lazım.Biz aslın da bilinmeyen tarihimize not düşüyoruz.
Tufan Baş;
Edirne de eski tenekeci uastalarından bir tanıdığım var belki ona yeni bir tane yaptırabiliriz
Firuzan Takan;
İşte bu güzel. Helva geceleri gibi bir piknik düzenler kendimiz kavurur,değirmenden çeker kavurduğumuz kor ateşindede kahvelerimizi pişirir ,fallar bakarız. .
Şener Kulalar;
Alipaşa çarşısının üst kapısından girişte, sol tarafta bir kahve vardı, tam eski zamanların kahvelerinden idi, peykelerini bile hatırlıyorum.(Paçarızların Alipaşa çarşısı içindeki üst kapıya yakın dükkanlarının üst tarafında idi.)
Firuzan Takan;
Tufan Beyin dediği gibi kahve kavurma işi gerçek bir marifet işidir.Rahmetli anneannemin tarifine göre ilk çıtırtı duyulduğunda Dolap yukarı kaldırılıp bir kaç defa silkelenir bu işlem üç defa tekrar edilir.Bende bunu yıllarca başarı ile uyguladım .çünkü eşim ve ailesi asla hazır kahve içmezdiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder