ACI
KAHVENİN SIRRI TATLI ANLARDA GİZLİ
BU HAFTAKİ KONUĞUMUZ; ‘TELVENİN İZİNDE’ KİTABININ
YAZARI KADİR ŞEN
Biriyle kahve içmek ve ikram etmek derin dostluğu, sevgiyi, saygıyı
simgeler. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”, “ Kahvesi içilir
olmak”, “Acı bir kahveni içerim” gibi deyişler ve ikram edilen kahvenin
kabulü, ikram edeni onurlandırma aracı olarak görülür. Mütevazı bir
davette bulunmak için “Buyurun, bir acı kahvemizi için” demez miyiz?
Sunuş
“Her kahve aynı tadı taşımaz...”
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir. Sahilde
oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken
içtiğin kahvenin tadı kederlidir; kahve telvesine yüreğinin acısı
karışır. Bir pazar öğle sonrası annenin “hadi bir kahve yap da içelim”
dediği kahve huzurludur; köpükler annenin göz bebeklerine yansır.
Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir. Dostlarla içilen kahve
neşedir; kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer. Tek başına gece vakti
balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır; acıdır tadı. Ama garip de bir
keyfi, lezzeti vardır. Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve
başkadır; ısıtır insanın içini. Yorgun olduğunda içtiğin kahve
hafifletir seni, kendine getirir, unutturur günün ağırlığını... Her
kahve aynı değildir bu yüzden... Ben de sizleri sevgiyle pişirilen bir
kahve içmeye davet ediyorum. Akşam, öğle öncesi, sonrası ya da gece
kahvesi. Ne zaman isterseniz..” (Ömer Faruk Güngör)
Türk kahvesi mangaldaki cezveye, oradan da telveye gelene kadar
neler yaşadı? Onun etrafında hangi gizemli öyküler, ne dedikodular,
hangi politik oyunlar yaşandı? İnsanoğlu dünyanın her köşesine yayılan
kahve tutkusuna nasıl kavuştu? Gündelik hayatın tam ortasında yer alan,
kendini her kültüre adapte edebilmiş o rayiha ve lezzetin sırrı ne?
Kahvenin kökeninden başlayıp, 16. yüzyıldan bu yana sosyal bir olgu
olarak kentsel hayatın vazgeçilmez parçası olan kahvehanelere,
aydınlanmanın temsilcisi kıraathanelerden kalelere uzanan muazzam bir
öykü bu. Üstelik, merkezinde Türk kültürü var. “Telvevin İzinde, Kahve
ve Kahvehane Kültürü” kitabının yazarı, araştırmacı yazar Kadir Şen’in
kaleminden dökülen bu satırlar bizi de etkiledi bu soğuk kış gününde.
Hele de yazıldığı köşenin adı Pazar Kahvesi olunca... Biz de telvenin
izini sürdük ve Maltepe’de “Mahallenin Muhtarları” dizisinin meşhur
kahvesinde aldık soluğu. İşletmeci Sevim Hanım’la mis kokulu Türk
Kahvesini höpürdeterek (bu deyimi özellikle kullanıyorum, açıklaması
aşağıda) yanında çifte kavrulmuş lokumumuzla başladık, hatır dostu
kahvenin serüvenini sizin için dinlemeye...
KÜLTÜRÜ BARINDIRIR
- Neden Telvenin İzinde?
- Ben aslında iç mimarım, ama bir yanım da araştırmacı... Mesleki
projelerimin yanında hayatın içinden araştırmalar yapmayı, yazmayı
seviyorum . Telvenin izine gelince, hani bazı kokular vardır;
unutulmadığı gibi geçmişi de hatırlatır. Aynı daha önümüze gelmeden
kokusuyla baş döndüren kahve gibi. Minik çekirdeklerden fincana dökülene
kadar içinde pek çok geleneği, kültürel zenginliği barındırır kahve...
Paylaşılan bir fincan kahvenin, süreklilik arz eden bir yanı vardır.
Biriyle kahve içmek ve ikram etmek, derin dostluğu, sevgi ve saygıyı
simgeler. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”, “ Kahvesi içilir
olmak”, “Acı bir kahveni içerim” deyişleri, kahvenin kabulü ile ikram
edeni onurlandırma aracı olarak görülür. Mütevazı bir davette bulunmak
için “buyurun, bir acı kahvemizi için” demez miyiz? Biz de, her içişte
böylesi bir keyif sunan kahvenin, acı ve buruk tadında acaba daha neler
gizlidir diye merak ettik. Arçelik sponsor oldu, Yılmaz Bulut, Hakan
Kürklü fotoğraflarını çekti, ortaya “Telvenin İzinde, Kahve ve Kahvehane
Kültürü” adlı bu çalışma çıktı.
YEMEN’DEN GELDİ
- Kahvenin ana vatanı neresidir? Kitabınızda kahvenin ilk ekmek
yapımında kullanıldığını okudum ve çok şaşırdım.
- Kahve yüzyıllar boyunca insanoğlunda merak konusu olmuş,
mitolojik, mistik birçok gizemli öyküye sahiptir ve artık günümüzün
etnolog ve kültür antropologlarının katkılarıyla kahvenin anavatanı,
Etiyopya’nın güneyinde kalan Habeşistan’ın yüksek yaylalarıdır. Burada
yerli halk dediğiniz gibi, kahve bitkisinin tanelerini un haline getirip
bir çeşit ekmek yapıyor ve bu besin türü, kabile hayatının temel
ihtiyaç maddeleri arasında yer alıyordu. Bu da kahvenin içecek olmadan
önce gıda maddesi olarak kullanıldığını gösteriyor. Kahvenin dünya
üzerindeki görkemli serüveninin başlangıcı ise içeceğe dönüşmesiyle
başlıyor. Burada da anlatılan çeşitli hikayeler var. Bir tanesi şöyle,
Etiyopya sınırlarında kalan Kaffa yöresinde yaşayan Kaldi isimli bir
çoban, gece hayvanların uyumadığını, sürekli hareket halinde olduğunu
gözlemler, bu durumu köyün din adamına iletir, kahvenin böyle bir etki
yapmış olabileceğini düşünerek toplayıp kaynatırlar ve gece zinde
tutarak ibadet kolaylığı verdiği için de önce din adamlarınca
benimsenir.
- Kahve gelir Yemen’den deriz...
- Doğru; çünkü bize Yemen’den gelmiştir. Araştırmalara göre kahvenin
Etiyopya’dan sonra ilk durağı Yemen’dir. Etiyopya’da başlangıçta az
olan kahve üretimi, fidanların Yemen’de yetiştirilmesi ile artar.
Yemen’den Mekke ve Medine’ye yayılır. 15 yüzyıl sonunda hac amacıyla
Mekke’ye gelen Müslümanlar ve İslâm gezginleri tarafından Mısır, İran,
Hindistan, Endonezya, Anadolu ve bütün İslam dünyasına yayılır.
- Türk Kahvesi adı nasıl oluştu, cezvede pişmesi başından beri bize
mi özgüdür?
- Evet, bize özgüdür. Kahve özellikle Mısır ve İskenderiye’den
Eminönü’ne gelmekteydi. Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama
metodu sayesinde kahve , güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi
adını almıştır. Başlangıçta özellikle gelir düzeyi yüksek ve okur yazar
tarafından tüketilen kahve, hızla İstanbul’a yayılmış ve çok sayıda
kahvehane, daha doğrusu kıraathane açılmıştır. Bizde kahve, asıl Yemen
Valisi Özdemir Paşa sayesinde ünlenir.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1543’te, Yemen Valisi Özdemir
Paşa, Yemen’de içip lezzetini çok beğendiği kahveyi Kanuni Sultan
Süleyman’a da ikram eder. Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak
saray mutfağında yerini alır ve büyük ilgi görür. Böylece saraya giren
ve çok beğenilen kahve, kısa zamanda saraydan halka da yayılır.
Kahire’den gemilerle çuval çuval kahve İstanbul’a getirilmeye başlanır.
AVRUPA’YA GÖTÜRDÜK
- Avrupa kahveyi kimden öğrendi, bizden mi Araplardan mı?
- Bizden öğrendi. Avrupa’nın gerçek anlamda tüketilebilecek miktarda
kahve ile tanışması Osmanlı İmparatorluğunun Viyana kuşatması ile
başlar. Osmanlı orduları Viyana kapılarından çekilirken geride bol
miktarda kahve bırakır. Bu savaş sırasında tercümanlık yapan bazılarına
göre, casus olan Polonyalı Georg Kolschitsky savaş bitince hizmetleri
karşılığı hem Viyanalılardan para ödülü hem de 500 çuval kahveyi alır ve
ilk kahvehaneyi açar. Avusturyalılar Türk kahvesinin müdavimi olur.
Böylece Avrupa’nın ilk kahvehanesi “ Mavi Şişe” adında Viyana’da açılır.
Ardından da birçok Avrupa ülkesine yayılır. İstanbul’dan İtalya,
Venedik, Londra, Paris, Almanya, Hollanda derken kahve, bütün Avrupa’ya
yayılır, Avrupa kolonilerinde üretimi başlar. Avrupa’dan da Güney
Amerika’ya geçer. Ardından da Meksika, Guatemala, Kolombiya, Venezüella
gibi ülkelere yayılarak, bu ülkelerin bugün itibarı ile başlıca ihraç
kalemi haline gelmiştir.
- Şimdi gelelim bizim mis kokulu kahvemizin kıvamına, özelliğine...
- Bana sorarsanız kahvenin güzeli, sade, iyi harmanlanmış, kısık
ateşte ağır ağır ve bakır cezvede pişenidir. Kahve ağır ateşte on-on iki
dakika pişecek, kaynadığında bir iki tıkırdatılarak alınacak, köpüğü
dağıtılıp tekrar ateşe tutulup fincanlara paylaştırılacak. 18. Yüzyıl
yazarlarından İsveç’in İstanbul elçisi Mouradgea d’Ohsson yazdığı
“Tableau General de L’Empire Otoman” adlı kitabında “lezzetli bir Türk
kahvesinin sırrı bakır cezve, kısık ateş ve sabırla karıştırmakta
saklıdır” der.
İKRAMI DA ÇOK ÖZEL
- Gerçekten de hazırlanmasındaki incelik, sunuluşundaki zarafetle
çok eski bir gelenektir Türk kahvesini pişirmek...
- Evet, özellikle de Osmanlı’da kahve ikramı çok özeldi. Kimi
yerlerde kahveden önce lokum ya da bir şekerleme ikram edilir, daha onun
tadı ağızdan geçmeden acı bir kahve servis edilirdi. Acı kahveyle
birlikte ikram edilen su, damağı değişik lezzetlerden arındırmak ve
ağzın kahve lezzetine hazırlanması için ve aynı zamanda kahve içimi
sonrası böbreklerin susuz kalmaması amacıyla sunulurdu. İkram, kahveci
güzeli denen kızlar tarafından özel kahve takımlarıyla bir tören
havasında yapılırdı. Kahve takımı; kahve örtüsü, tepsisi, fincan
zarfları, fincanlar ve servis güğümünden oluşurdu. Tepsi, zarf ve
tabakların en makbulü tombak, yani bakır üstüne altın kaplı olanlarıydı.
Sonra gümüş ve bakırdan yapılanlar kullanılmaya başlandı. Zarflı
fincanlar zamanla yerini bugün kullandığımız çini, lüle çamuru ve
çoğunlukla porselenden yapılan kulplu fincanlara bıraktı.
- Eskinin bir de kül kahvesi vardır değil mi?
- Çok makbul kahvedir, evde kavrulup çekilen ve mangal külünde
pişirilendir, o yüzden de adına kül kahvesi denmiştir. Bu kahvenin
tadına doyum olmaz.
- Bizim kültürümüzde halen kız verme gibi çok özel günlerin de en
önemli öğesidir Türk kahvesi...
- Tabii. Kahvesiz bir kız isteme düşünülemez. Aslında evde genç kız
varsa eskiden eve gelen bütün misafirlere kahveyi o yapardı, aksi hal
ayıp sayılırdı. Kız istemeye gidildiğinde de, istenen kızın pişirip
misafirlere sunduğu kahve, görücü kahvesidir.
‘SOHBETE HAZIRIM’
Kahve höpürdetmek deyimi nereden gelir?
- Bir keyiftir. Bir Türk için kahve içerken höpürdetmek, mistik
tarikat kuralları içerisindedir. Mesela kahvehanede gelen kahveyi
höpürdetmek, kahvehane anlarının en ciddi peşrevidir. Sonra diğer
kişilere selam verilir ve görüş alışverişi başlar. Höpürdeten kişi,
“sohbete hazırım” mesajı verir.
- Kahve sunumunda ya da pişiriminde bölgesel farklılıklarımız var
mı?
- Anadolu’da kahvenin pişiriminin otuzun üstünde çeşidi vardır.
Mesela sadece kahve bile kendi içinde sade, ağır pişmiş, hızlı pişmiş,
ağır ateşte, kömürde pişmiş gibi altı yedi çeşit içerir. Her bölgenin
kendine özgü sunumu da vardır. Mesela Ege‘de bazı yerlerde nazar boncuğu
ile kahve sunumu yapılırken, Manisa’da özellikle kız istemelerinde
cilveli kahve denilen bir kahve ikram edilir. Özelliği şu; kahvenin
üzerine çifte kavrulmuş badem konur, yanında da çay kaşığı verilir;
böylece misafir, önce bademini yer, sonra kahvesini içer. İstanbul’da
çifte kavrulmuş lokum kahvenin en iyi arkadaşıdır. Kuru üzümün de
kahvenin yanına çok iyi gittiğini yurt dışında öğrendim.
Kahvehanelerin önemi giderek azalıyor
Kadir Şen anlatıyor: “Bizde de, Avrupa’da da çok önemli kahve ve
kahvehaneler... Avrupa kahveyi Osmanlı ile tanıdı ama her ülke kendi
zevkine ve kültürel anlayışına göre geliştirdi, değiştirdi kahveyi de,
kahvehane anlayışını da... Eskiden kahveleriyle değil, müdavimleri ile
ünlü olan kahvehaneler, Osmanlı döneminde düşünür ve edebiyatçılara ev
sahipliği yapmış, edebi ve felsefi tartışmalara mekan olmuştur. Hatta
pek çok şair ve yazar zamanlarının büyük bölümünü kahvehanelerde geçirip
eserlerini burada kaleme almıştır. Eskiden kahvehaneler bir mektep
olarak görülürdü. Oralar adeta bir eğitim kurumu gibiydi. O nedenle
kahvehanelere “mekteb-i irfan” denilirdi ve buralarda birçok meslek icra
edilirdi. Kahvehaneciler birer meslek erbabıydı. Kahvehaneciler hem
berber, hem dişçi hem de birer cerrah gibi çalışırlardı. 1800’lü
yıllardan itibaren basın yayının da gelişmesiyle kahvehanelere gazete
girmeye başladı. Hatta kitaplar okunurdu. Okuma yazması olan birisi,
kahveci tarafından alınan kitapları yüksek sesle okurdu. Bunlara
“havadisçi” denilirdi. Kitabı okuyan kişiden içtiklerinin parası da
alınmazdı. Mahalle kahveleri, esnaf kahveleri, yeniçeri kahveleri,
tulumbacı kahveleri, aşık kahveleri, semavi kahveleri, meddah kahveleri,
esrarkeş kahveleri gibi çeşitli adlarda kahvehaneler açılırdı.
Günümüzde kahvehanelerin önemi giderek azalıyor ve günlük hayatın
alışılagelmiş parçalarından birisi olarak, hatta büyük şehirlerde yerini
zincir kahvelere bırakarak devam ediyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder