Türk Kültür Tarihinde Kahve ve Kahvehane / Yrd. Doç. Dr. M. Cengiz Yıldız
Dicle
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Onaltıncı
yüzyıldan itibaren, Türk insanının yaşamına giren kahve ve kahvehane
etrafında,
çok geniş bir kültürel birikim oluşmuştur. Kahve ve kahvehane merkezli
kültürel
birikim ortamı, o kadar hızlı gelişmiş ve geniş bir alanda etkili
olmuştur ki,
belki de Türk insanının yaşamına bu derece etki eden -içecek ve mekan
olarak-
ikinci bir unsur gösterilemez.
Kahvehaneler,
toplumsal paylaşımın gerçekleştiği ve geçmişin yâd edildiği kültürel
mekanlar
olarak Türk insanının yaşamında önemli bir yer tutmuştur. Bir “sohbet
kültürü”ne sahip olan Türk toplumunun, dinsel açıdan “meşru” kabul
edilen kahve
ve kahvehaneye sahip çıkması ve bu unsurları yaygınlaştırması, birçok
toplumdan
daha hızlı ve kapsamlı olmuştur.
Kahvehaneler,
Türk insanı için birer “kültür mekanı” olarak hizmet vermişlerdir.
Ayrıca
kahvehaneler, “toleranslı davranma” alışkanlığının kazanıldığı merkezler
olarak
da dikkat çekmektedirler.
Kahve, bir
içecek adı olarak bilinirken, bazı yerlerde kahvehane yerine kısaca
kahve
kelimesi kullanılmaktadır. Yine, kahvehanelerle benzer fonksiyonlar
göstermesine rağmen, kıraathanelerin de genel olarak kahvehane anlamında
kullanıldığı ifade edilmelidir. Kıraathane, kahvehaneden daha sonra
ortaya
çıkan bir kavramdır ve bu mekanların “okuma salonu” olarak
kullanılmasıyla
bağlantılıdır.
Kahvehanelerin,
kıraathane (okuma evi) olarak faaliyet göstermesi Kanuni Sultan Süleyman
Dönemi’ne rastlar. Bu mekanlarda “devlet sohbeti” yapılmasının önlenmesi
için
böyle bir uygulama başlatıldığı söylenebilir. Bu dönemden sonra,
kahvehanelerde
edebi faaliyetler -zoraki bir şekilde de olsa- artmıştır. Tanzimat
Dönemi’nden sonra ise, Avrupa’da açılan kulüpler ve okuma salonlarının
örnek
alınmasıyla kıraathanelerin sayısının daha da arttığı dikkat
çekmektedir.
Kahve içme
alışkanlığı, yaklaşık olarak V. yüzyıla kadar geri gitmektedir. Belli
bir zaman
diliminden sonra, bu içecek etrafında maddi ve manevi kültür unsurları
oluşurken, bu unsurlardan bazıları günümüze kadar gelmiş, bazıları da
ortadan
kalkmıştır.
Ünver,
Türklerin bir “kahve ve kahvehane medeniyeti”nden sözederken, bu
mekanların
daha çok erkeklere hitap ettikleri dikkat çekmektedir. Gregoire,
kahvehaneleri
“erkekler evi” ve “kadınların giremediği bir ortam” olarak tasvir
etmektedir. Kadınların ise, kahve içmede hamamları tercih ettikleri ve
yine komşu
ziyaretlerinde kahve içme geleneğinin yaygınlaştığı bilinmektedir.
Ancak,
erkeklerin devam edegeldiği kahvehanelerde oluşan kurumsal yapıya özgü
davranışların, kadınların kahve tükettikleri yerlerde pek oluşmadığı
ifade
edilebilir.
Ünver, Türk
kültürel yaşamında kadın ve erkeklerin ayrı ayrı mekanlarda
toplanmalarıyla
kahvehane kültürünün yerleşmesi arasında bir ilişki arar. Kadınların,
komşulara
gitmek suretiyle sohbet etme imkanı bulduğunu, erkeklerin ise daha çok
kendi
seviyesine uygun kahvehaneye gittiklerini ifade eder. Her mahallede bir
ya da
daha fazla kahvehane olması da, bu tutumun ne kadar yaygın olduğunu
göstermektedir.
Kahvehaneler
ve etrafında oluşan kültürel ortam, daha çok Batılı seyyahlar ve
ressamların
dikkatini çekmiştir. Türk kahvesi ve kahvehanesi etrafında oluşan kültür
o
kadar geniştir ki, Batılı gezginlerden bazıları neredeyse bütün
yazılarını bu
konuya ayırmışlardır. Yunanlılar, Türk kahve ve kahvehanesi etrafında
oluşan
kültürden o kadar etkilenmişlerdir ki, Yunancada kahve ve kahvehane
kültürüyle
ilgili birçok kelime -çok az değişiklikle- Türkçedir. Bunlar; kafes
(kahve),
cezves (cezve), flincani (fincan), tabis (tabi), yedeki (yedek), delves
(telve), kavurdistiri(kavurucu),
kaynaki (kaynak), theryaklis (tiryaki), briki, kafenes (kahve evi,
kahvehane),
kafebriki, kafekuti olarak sıralanabilirler.
Ünver,
mahalle kahvehanelerini “kulüp”e benzetmektedir. İngilizler arasında
yaygın
olan kulüplerin, Türk kültüründen alındığını ve buradan da bütün
Avrupa’ya
yayıldığını ifade eder. Bunun yanında, kahvehaneler ve kıraathaneler,
Türk
geleneksel kültüründe yer alan köy odalarının şehirleştirilmiş hali
biçiminde
de algılanabilmektedir.
Türk
kahvesinin kendine özgü bir döşeme kuralı vardır. Bir eczanenin, bir
tuhafiye
dükkanının nasıl belli bir tefriş usulü varsa, kahvehanenin de aynen
öyledir.
Kahvehanede kullanılan eşyanın genel olarak değişmeyen yerleri vardır.
Kahve
fincanı, kahve, şeker kutuları, nargile marpuçları ve hatta temizlik
yapmaya
yarayan süpürgenin bile yeri değişmez. Su bulunan kap, genel olarak hep
aynı
yere konur. Hatta kahvehane, Türk kültüründe o kadar yer edinmiş ve
önemsenmiştir ki, bazı kahvehanelerde kahve pişirilen yer, adeta cami
mihrabına
benzetilmiştir.
Evdeki
misafire kahve takdim edilmesi, kahveyi sunan ailenin refahının ve
misafirlere
olan saygılarının bir ifadesi olarak algılanmaktadır.
Kahve ve
kahve içimiyle ilgili birtakım tutum ve davranışlar, bazı durumlarda,
daha
farklı anlamlarda kullanılabilmektedir. Eskiden olduğu gibi bugün de,
evlilik
öncesi yapılan “söz kesme”nin bir diğer adı da “kahvesi içilmek”tir.
Bayramlarda kahve ikram etme geleneğinin de günümüzde yaygın olarak
devam
ettiği görülmektedir.
Meddahların
konuşma yeri, saz şairlerinin saz çalma ve söyleme, mani yarışlarının
yapılma
yeri kahvehanedir.Eski kahvehaneler, günümüzdeki gibi “tembelhane”
değildirler. Bunlar, “halk eğitim merkezleri” gibi fonksiyon
üstlenmişlerdir.
Büyüklerin nasihat yeri kahvehane iken, karşılıklı tartışmaların
yapıldığı
mekan da yine kahvehane olmaktadır. Kahvehanelerin önemli
fonksiyonlarından
birisi de, haberleşme merkezi olmalarıdır. Meslek gruplarının toplanma
yeri
olması da, kahvehanelerin göz ardı edilemeyecek fonksiyonlarındandır.
Türkiye’de
kahve yetiştirilmemesine rağmen, pişiriliş biçimi ile, “Türk kahvesi”
dünya
çapında bilinmektedir.Bu durumun, kahvenin Türk dünyasına çok erken
girmesi,
kısa bir sürede kabul görmesi ve bu içecek etrafında bir kültür
ortamının
oluşumuyla ilgili olduğu söylenebilir.
“Gönül ne
kahve ister ne kahvehane, gönül ahbab ister kahve bahane” sözü Türk
dünyasındaki
sohbet geleneğinin önemini ortaya koymaktadır. “Yorgunluk kahvesi” daha
çok
dinlenmeyi içeren bir anlamda kullanılmaktadır. “Bir fincan kahvenin
kırk yıl
hatırı vardır” deyimi, insanlar arasındaki ilişkilerin pekiştirilmesini
ifade
ederken, kadınlar arasında yaygın olan “kahve falı”nın ise, geleceğe
yönelik
birtakım tahminlerde bulunma yoluyla, kişilerde psikolojik tatmin
sağladığı
söylenebilir.
Türk
kültüründe, yapılması uygun olmayan birtakım davranışların, direkt
olarak ifade
edilmesinden kaçınıldığı ve bunun için dolaylı bir yol izlendiği
görülmektedir.
Mesela; büyüklerin yanında küçüklerin kahve içmemesi gerektiği
biçimindeki
kural, aslında, küçüklerin büyük sohbetine katılmasının istenmemesinin
bir
ifadesidir. Ayrıca, görücü usulle evlenen genç kızların, gelenlere kahve
sunması bir amaç gibi görünebilir, ancak asıl gaye, kişinin kendini
gelenlere
tanıtması ve bir sohbet ortamının oluşmasının sağlanmasıdır.
Geçmiş
dönemlerdeki Türk kahvehaneleri, “görgü, kibarlık ve nezaket kurallarına
uyulan
sosyallik mekanları” olarak ele alınmaktadır. Ayrıca, kahvehaneler,
“gerçekte,
eğitim, ticaret ve sanat üzerine fikir alışverişi yapılan yer” olarak da
görülmektedir.
Kahvehanelerde,
ortaya çıktıklarından beri kahve içilmesi yaygındır. Ancak, zamanla daha
değişik içeceklerin tüketildiği de görülmektedir. Bunlar; şerbet,
limonata,
şurup, demleme içecekler ve ayrıca yiyecek olarak şekerleme, lokum,
reçel
biçiminde sıralanabilir.Çayın yaygınlaşmasıyla bu mekanlarda çay daha
yoğun
olarak içilmeye başlanmıştır. Günümüzde ise, kahvehane olarak
adlandırılan
mekanlarda çay, neredeyse tüketilen tek içecek olmuştur.
Toplum
kültürünü şekillendiren medrese, saray, tekke ve asker ocağı dışında,
“din
dışı” ve “sivil” bir anlayışla oluşmuş olması, yani spontane olması,
belki de
kahvehanelerin en önemli yanıdır.Dolayısıyla, bu mekanların doğal bir
gelişim seyri takip ettiği rahatlıkla ifade edilebilir.
Yerleşik
kahvehanelerin belli zamanlarda kapatılması, insanların bu mekanlara
olan
ilgisini azaltmamış, buraların fonksiyonunu üstlenen bazı yeni oluşumlar
(seyyar kahvehane/koltuk kahvehanesi) yasaklı dönemlerdeki boşluğu
doldurmuştur.
Aşağıdaki
ifadeler, kahvehanelerin çok fonksiyonlu yönünü ortaya koyması yönünden
ilginçtir: “Anadolu köyünün hakiki mabedi kahvedir. Kahveci mabedin
teşrifatçısı. Kahve er meydanıdır. Mahsulün gidişatı kahvede konuşulur.
Kız
kaçırma haberi kahveye gelir. Filan vuruldu, kahvede duyulur. Vergi
memuru
kahveyi ziyaret eder. Muhtar kahvededir. Tarihteki tekkelerin yegane
ciddi
rakibi kahveler olmuştur. 1940 harbi, Türk köylüsü tarafından kahvenin
hoparlöründen dinlendi. Kahve harman zamanı, ekin zamanı boşalır.
Kahveci
ekseriye hem berber, hem şairdir. Lafın kısası kahve, köyün stratejik
merkezidir.”
Kahve -ve az
da olsa kahvehane-, Klasik Türk Edebiyatı’nda yoğun olarak yer aldığı
gibi,
halk şiirlerinde, türkülerde, manilerde, masallarda, tekerlemelerde,
bilmecelerde, atasözlerinde, deyimlerde ve fıkralarda da üzerinde çokça
durulmaktadır.
Kahvehaneler,
edebi dostlukların kurulma mekanı olarak fonksiyon üstlenirken, dergi
çıkarma
kararları buralarda alınmakta ve “edebi kavga”lara ev sahipliği
yapmaktadırlar.
Edebi
kişiliğiyle tanınanların, mistik bir anlam yüklenen mey ve meyhane
üzerinde
çokça durmuş oldukları bilinmektedir. Kahve ve kahvehanenin Türk toplum
hayatına girişiyle birlikte, bu söylemlerde zenginleşme olmuş, “dine
aykırı”
bir mekan olarak görülen meyhaneden ziyade, kahve ve kahvehaneye vurgu
yapılmıştır.
Kahve ve
kahvehane, Türk toplumunda yer etmeye başladığı tarihlerden itibaren,
yeni
birtakım kavramlar, deyimler, atasözleri ortaya çıkmıştır. Kahve ve
kahvehane
ile ilgili terimlerin; sabah kahvesi, kahve falı, yorgunluk kahvesi,
kahvenin
demlenmesi, köpüklü kahve, kahve telvesi, kuru kahve, kahvaltı (kahve
altı),
Türk kahvesi, sun’i kahve, sütlü kahve, kahve çekmek, kahve dövmek,
kahve
kavurmak, kahve zehirlenmesi, kahve parası (bahşiş), kahverengi,
“Müslüman
şarabı” biçiminde sıralanması mümkündür.
Kahve ve
kahvehane ile ilgili deyimlerden bazıları ise; kahve tütün keyf bütün;
el
kahveti bila dühan, keennevmü bila yorgan (tütünsüz kahve, yorgansız
uyku
gibidir). bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır; aydınlık kahveniz
olsun
(kahve falına bakanlar birbirine söylerler). kahve cezvesi karaca ama
sürece;
kahvenin karasından kaçmayız parasından; kahve dövücüsünün hınk
deyicisi/kahve
döğene tırk deme (yardakçılık yapan kimse için söylenir); gönül ne kahve
ister
ne kahvehane, gönül dost ister kahve bahane; kahve peykesinde aleme
nizam
vermek (kahvede oturanların ülke ve dünya meseleleri üzerinde görüş
ileri
sürmeleri ve çözüm üretmeleri); kahve altı (kahvaltı) olmayınca kahve
etmez
faide; kahvenin yüzü karadır ama yüz ağartır; Türkler kahvesiz
yaşayamaz;
Veysel Karani’nin ruhuna değsin biçimindedir.
Zamanla,
her kahvehanenin kendine özgü birtakım fonksiyonları ortaya çıkmıştır.
Farklı
fonksiyon gören kahvehaneler; deniz kenarı kahvehanesi, açık hava
kahvehanesi,
kır kahvehanesi, yazlık kahvehane, seyyar kahvehane, nargile
kahvehanesi,
balıkçı kahvehanesi, esnaf kahvehanesi, yeniçeri kahvehanesi, semai
(çalgılı)
kahvehane, imaret kahvehanesi, tulumbacı kahvehanesi, esrarkeş
kahvehanesi,
sabahçı kahvehanesi, tiryaki kahvehanesi, horozcu kahvehanesi, meddah
kahvehanesi, hayalci kahvehanesi, köçek kahvehanesi, pehlivan
kahvehanesi,
defineci kahvehanesi, ırgat kahvehanesi, lonca kahvehanesi, garipler
kahvehanesi, kuşçu kahvehanesi (çukur), bulvar kahvehanesi, hemşehri
kahvehanesi, mahalle kahvehanesi, semt kahvehanesi, iskele kahvehanesi,
otel
kahvehanesi, han kahvehanesi, lokanta kahvehanesi, köy kahvehanesi
biçiminde
sıralanabilir.
Kahve ve
kahvehane ile ilgili olarak ilk akla gelen malzemeler ise şunlardır:
Kahve
fincanı, kahve tabağı,
kahve dolabı, kahve kutusu, kahve dibeği, sürgeç, büyük kahve çekeceği,
kahve güğümü, kahve cezvesi, kahve ibriği, kahve ocağı, kahve kaşığı,
kahve değirmeni, kahve örtüsü, kahve tepsisi, çubuk, zarf, tava,
nargile,
şekerlik.
Kahve,
hastalık durumunda, yaz ishallerinde eskiden olduğu gibi bugün de
kullanılmaktadır. Limon suyundan yararlanarak, kahveler hap haline
getirilir ve
aç karnına içilir. Baş ağrısında, dilimlenmiş patatese serpilir. Dolama
olan
parmağın, sıcak pişmiş kahve içinde bekletilmesi de yaygındır. Midesine
herhangi bir yiyecek dokunanlara ve ayıltılmak istenen sarhoşlara da
kahve
içirtilir. Öksürükten kurtulmak için, ateşte yakılan kahvenin dumanına
tutulmuş
havlu göğse konur. Romatizma ve böbrek taşı tedavisinde kahve içilir.
Gut
hastalığında kahve etkili bir ilaçtır. Kahvenin, kalbi kuvvetlendirici
ve
hazmettirici özellikleri de vardır. Boğmacada en etkili ilaçlardan
birisi
kahvedir.
Kusmayı
önlemesi, baş ağrısını alması, göz kapağındaki sivilceleri
iyileştirmesi, gamı
gidermesi de kahvenin yararları arasında sayılmaktadır. 17. yüzyılda
tanınmış
hekimlerden Salih bin Nasrullah, kahvenin balgamı söktüğünü, midenin
fonksiyonlarını düzenlediğini, zihni açtığını ve öksürüğü
iyileştirdiğini
belirtmektedir. Zehirlenen hayvanların tedavi edilmesinde de, -içirilmek
suretiyle- kahve kullanıldığı bilinmektedir.
“Camilerin
bekleme salonu”na dönüşen kahvehanelerde çok çeşitli edebi faaliyet
olmuş,
şiirler okunmuş, dinsel içerikli müzikler icra edilmiştir. Ayrıca, -daha
çok
kıraathane olarak anılan yerlerde- Muhammediye, Battal Gazi, Hamzaname
gibi
dinsel içerikli eserlerin okunması da gelenek haline gelmiştir.
Kahvehaneler,
önceleri “eğlence merkezi” olarak görülmüşlerdir. Ancak, daha sonraları
bu
mekanlarda yoğun olarak şairlerin şiir okudukları, edebi sohbetlerin
yapıldığı,
din adamlarının devam ettiği ve dinsel içerikli sohbetlerin yoğun olarak
gerçekleştirildiği dikkat çekmektedir.
Kahvehanelerin
belki de en dikkat çeken özelliği, “sosyalleştirici” bir fonksiyon
görmeleridir. Bu mekanda bulunan ve burada aynı maddeyi tüketenler,
farklı
sosyal kesimlere mensup olsalar da, aynı konular üzerinde
tartışabilmektedirler.Bu yönüyle kahvehanelerin, farklı sınıf ve
anlayışta
olanları bir araya getirmesi ve fikir alış-verişinde bulunulmasına imkan
vermesinden dolayı, “diyalog ve hoşgörü merkezleri” olarak görülmesi
olanaklı
hale gelmektedir.
Kahvehaneler,
insanlar -tabii ki erkekler- için evin dışına çıkmada bir mazeret
sağlamıştır.
Kahvehaneye gitmekten maksat, her ne kadar kahve içmek olarak gözükse
de, asıl
amaç, arkadaşlarla buluşup sohbet etmek ve eğlenmektir. Kahve ve
kahvehanenin
yasaklandığı bazı dönemlerde ortaya çıkan seyyar kahvehanelerin
yaygınlaşmamasında en önemli unsur, bu uygulamanın insanlar arasındaki
sohbet
olanağını ortadan kaldırmasıdır.
Özellikle
kahve ile ilgili birçok hurafe bulunmaktadır. Kahvenin tabağa dökülmesi
paraya
ve zenginliğe işaret gibi algılanırken, kahve üzerinde büyük bir
kabarcık
oluşması dostluğa ve bazen de sıkıntılı günlere işaret etmektedir.
Fincanın
kırılması ise, uğursuzluk olarak görülür.
Günümüzde,
özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sevinçli günlerde ve
kutlamalarda
“mırra” olarak adlandırılan içecek tüketilmektedir. Bu içecek, iki defa
kaynatıldıktan sonra telvesi alınan kahvedir. Birbirinin mırrasını
içenler
arasında sanal bir yakınlaşma olduğu kabul edilmektedir.
Eğlence
meclislerinde yoğun olarak tüketilen kahve, matem zamanlarının da
vazgeçilmez
içeceği durumundadır. “Acı kahve”, daha çok matemli günlerde misafirlere
sunulur. Ölümden sonraki günlerde, “taziye evi”ne gelenlere “acı kahve”
verilmesi geleneği bugün de devam etmektedir.
Kahvenin
içilmesi ve yayılması ile ilgili dinsel anlatımlardan birisi, kahveyi
ilk bulan
kişinin Şazili adında bir tarikat şeyhi olduğu biçimindedir.Bu söylemin,
kahvenin ve onun şekillendirdiği bir mekan olan kahvehanenin daha kolay
bir
şekilde kabul edilmesini sağladığı söylenebilir. O dönem Osmanlı toplum
yaşamında, dinsel referansların önemli bir yere sahip olduğu göz önüne
alındığında, kahveye niçin bu tür bir açıklama tarzı getirildiği daha
iyi
anlaşılmaktadır. Bu yönüyle, dinsel açıdan haram sayılan, mey ve
meyhaneye
alternatif bir içecek ve mekanın ortaya çıkması anlamlıdır.
Kahveyi
savunanlar, kendi görüşlerini desteklemek için Kur’an’dan referans
getirmektedirler. Gece uyanık kalmanın faziletleri ileri sürülerek,
kahve için
dinsel açıdan meşruiyet kazanılmaya çalışılmaktadır. Kahvehanelerin ilk
olarak Mekke’de açılması ve daha çok tarikat mensuplarının sahip çıkması
da,
kahveye ve kahvehanelere olumlu bakışta etkili olmuştur denilebilir.
Bazı
rivayetlerde de, kahveyi ilk bulan ve kullanan kişinin Veysel Karani
olduğu
ifade edilmektedir. Veysel Karani’nin, kendisine keyif vermesinden
dolayı, bu
bitkiye “keyfe” adını verdiği ve bu ismin daha sonraları “kahve”ye
dönüştüğü
ileri sürülmektedir. Kahve içildikten sonra, “Veysel Karani’nin ruhuna
değsin”
dendiği bilinmektedir.Bu anlatımın, kahve ve kahvehanelerin meşru
görülmesi
ve yaygınlaşmasında etkili olduğu dikkat çekerken, “karnında kahve
bulunduğu
halde ölenler, doğru cennete giderler” biçimindeki dinsel ifadenin de,
kahvenin -ve dolayısıyla kahvehanelerin- kabul görmesinde olumlu bir
bakış
açısı oluşturduğu söylenebilir.
16.
yüzyılın son çeyreğinde çok yaygın hale gelen kahvehaneler,
yönetimdekilerin
dikkatini çekmiş ve birtakım tedbirler almalarını gerektirmiştir. Bu
tarihlerden sonra, kahvenin ve kahvehanelerin yasaklanması -bazı ara
dönemlerde- gündeme gelmiştir. Bu yasaklamalarda gerekçe olarak çoğu
zaman
dinsel yorumlamaların etkili olduğu gözden kaçmamaktadır. Kahve ve
kahvehanelerin yaygınlaşmasından hoşnut olunmadığı dönemlerde, kahve ve
şarabın
bir tutulduğu ve bu ilişkiden yola çıkılarak, sık sık, kahve ve
kahvehanenin
haramlığına dair şeyhülislam tarafından fetva çıkarıldığı görülmektedir.
Kahve ve
kahvehanenin dinsel açıdan haram mı? yoksa helal mi? olduğuna ilişkin
tartışmalar, özellikle edebiyat alanında birçok eserin ortaya çıkmasıyla
neticelenmiştir. Klasik Türk Edebiyatı örneklerinin çoğunda bu konuların
işlendiği dikkat çekmektedir.
Kahvehaneler
özellikle Ramazan aylarında çok daha hareketli olmaktadırlar. Bu ayda,
kahvehanelerde sazlı sözlü meclisler kurulmakta, aşıklar atışmakta ve
edebiyatçılar da eserlerini anlatmaktadırlar.Kahvehanelerin, özellikle
Ramazan ayında, merkezi bir mekan durumuna gelmelerinin de, bu mekanlara
olumlu
bakışı sağladığı söylenebilir.
Kahvehanelerin,
ortaya çıktıkları tarihlerden itibaren Türk toplumunda olumsuz bazı
davranışların kurumsallaşmasına da neden olduğu söylenebilir. Bunlardan
en
önemlisi, bu mekanların bazı insanlar için “zaman öldürme” yeri
olmalarıdır.
Ayrıca, kahvehanelerde kumarı anımsatan birtakım oyunların oynanması, bu
olumsuzluklar içinde ele alınabilir. Atatürk, 1931 yılında Aydın’ı
ziyareti
sırasında kahvehanede oyun oynayanları görmüş ve şu sözü söylemiştir:
“Kahvehaneler kıraathanedir, kumarhane değildir. Aydın’da kahvehanelerde
oyun
oynanmasını yasaklıyorum”. Tarih boyunca, çeşitli olumsuz tutum ve
davranışların ortaya çıkmasında kahvehanelerin etkisi
yadsınamaz.Kahvehanelere bazen “erkek sığınma evi”olarak bakıldığı da
dikkat
çekmektedir.
Türk
edebiyatında, kahvehaneler ile ilgili en keskin ve olumsuz
eleştirilerin,
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy tarafından yapıldığı
görülmektedir.
Akif, “Şark’ın harim-i kaatilidir” (Doğu’yu öldüren unsurdur) ifadesiyle
kahvehaneleri anlatmaktadır. Akif, kahvehaneleri “eski batakhaneler
mukabili”
olarak görmektedir. İnsanların zamanlarının boş yere harcamasına neden
olmalarını Akif, kahvehanelerin en olumsuz yönü olarak ele alır ve bu
görüşünü
“zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe”dizesiyle anlatır.
Akif,
kahvehanelerin aile yaşantısını unutturduğuna özellikle vurgu
yapmaktadır. O,
kahvehaneye gitmektense, erkeğin evde eşiyle birlikte olmasının daha
yerinde
olacağını ifade eder.Bu mekanları, “pis” görmekte ve “ahırla farkı: o
yemliklidir, bu yemliksiz!” diyerek kahvehanelerin temiz olmadığını çok
ağır
bir ifadeyle tasvir etmektedir. Akif kahvehaneleri, “fonksiyonlarını
tamamlamış
birer unsur”olarak görmektedir. Kahvehanelerin bireysel, ailesel,
toplumsal
vs. yönlerden olumsuzluk taşıdıkları değişik bazı kaynaklarda da
anlatılmaktadır.
Sonuç olarak,
yaklaşık 5 asırdan beri Türk insanının yaşamında yer edinen kahve ve
kahvehane
etrafında, çok geniş bir kültürel ortam oluşmuş olduğu dikkat
çekmektedir. Her
toplumsal kurumda olduğu gibi, bu kurumun fonksiyonlarında da zamanla
farklılaşmalar meydana gelmiştir.
Önceleri
insanımızın yaşamına “eğlence merkezi” olarak giren, ancak daha sonra,
farklı
fonksiyonlar üstlenen kahvehanelerin, özellikle kıraathane (okuma evi)
olarak
işlev görmesi, bu mekanların belki de en önemli yanlarıdır. Ancak,
günümüzde
kahvehaneler, bu fonksiyonu hiç akla getirmeyecek bir şekilde değişime
uğramış
ve bu mekanlar adeta sosyal sapma davranışının merkezleri konumuna
gelmişlerdir.
Bugünkü
Türkiye’de 46 bin kişiye bir kütüphane düşmesine karşın, 95 kişiye bir
kahvehane düşmesi, bu mekanların toplum hayatında ne kadar yer
edindiğini
göstermektedir. Kahvehanelere, ortalama olarak, günde 10 milyondan fazla
insanın devam ettiği bir Türkiye’de, iş gücü israfının hangi boyutlarda
olduğu
gözler önündedir.
Necip
Fazıl’ın, “tembel yatakları”olarak ele aldığı ve hepsinin kapatılması
gerektiğini belirttiği kahvehanelerin, olumsuz fonksiyonlarının en aza
indirgenebilmesi için, insanımıza “zaman bilinci”nin kazandırılması
gerekmektedir. Bu mekanların sıkı bir denetime tâbi tutulmaması da, çok
önemli
eksikliklerden biri olarak dikkat çekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder