Türk
kahvesini öğüterek tiryakilere ilk kez hazır bir
şekilde sunan
Mehmet Efendi'nin asırlık müessesesi Kurukahveci
Mehmet Efendi
ve Mahdumları, bu yıl 130'uncu yaşını sürüyor. Erken
cumhuriyet
döneminde, muhteşem bir otomobille birkaç yüz binlik
İstanbul'un
bakkallarına yağlı kağıt içinde dağıtılan bu kendine
özgü tadlı
kahve, bugün 20 ülkeye folyo paketler ve şık teneke
kutular
içinde gidiyor. Sidney'den, Boston'dan ‘‘Ailemden
birini görmüş
gibi oldum’’ diyen telefonlar gelmesi, bunca uzun
yıldır Türk
kahvesi denince akla sadece Kurukahveci Mehmet
Efendi'nin adının
gelmesinden. Hazırın en çabuğunu gerektiren hayat
şartlarına,
makinelerde filtre edilmiş havalı kahvelere,
aromalılara, sıcak
suyla anında hazırlananlara inat, Türk evlerindeki
yüzde 84'lük
payını da koruyor Türk Kahvesi (Mehmet Efendi de
bunlar arasındaki
ezici üstünlüğünü). Çünkü hazırlanılışı, sunuluşu,
içimi ve
sohbetiyle o, 450 yıldır süzülen ayrı bir kültür ve
gelenek.
1871'den bu yana İstanbul Eminönü'ndeki yerinde
hayatını sürdüren
bu mütevazı müesseseyi, bugün üçüncü kuşak yönetiyor.
Fatih
Timurhan Mektebi
ve Süleymaniye Medresesi'nde eğitim gören 1857 doğumlu
Mehmet
(Efendi), babası Hasan Efendi'nin baharat ve çiğ kahve
satan
küçük dükkanına çırak olarak girdiğinde, kahve Osmanlı
mutfağına
gireli 300 yılı aşmıştır. Kanuni zamanında Yemen
Valisi olan
Özdemir Paşa sayesinde önce saraya giren, etrafında
hemen bir
seremoni oluşturup kendi geleneğini, Yahya Kemal'in
deyimiyle
‘‘medeniyetini’’ yaratan kahve, ardından konaklara,
oradan evlere
yayılmıştır. Zarfları, ibrikleri, fincanları,
tepsileri ve örtüleriyle...
İlk Türk kahvesi tohumları Eminönü'ndeki ‘‘Taht-u
Kale’’de atılmış;
bir sokağa da adını vermiştir: Bugün de aynı adı
taşır, Tahmis
Sokak. Tahmis kurukahve demektir, tahmisçi de
kurukahveci. Civarda
hızla 55 kahvehane, 200 çalışan ve sayısız müdavim
oluşmuştur.
Bu
kahvenin, İstanbul'da
ona bayılan Venedikli tacirler tarafından ülkelerine
götürülmesi
(1615), Marsilya'ya ilk kahvenin ihracı (1650),
Osmanlı Sefiri
hoşsohbet Süleyman Ağa'nın ünlü kahve davetleriyle bu
içeceği
Paris sosyetesine tanıtması (1669) ve Osmanlı
kuşatması sayesinde
Viyanalılar'ın da Türk kahvesiyle tanışması (1683)
Mehmet Efendi'den
çok öncedir. Ünlü besteci Bach'ın kahveye aşık olması
ve ünlü
Kahve Kantatı'nı yazarak, ‘‘Ah, kahve ne
tatlı/binlerce öpücükten
daha tatlı/ muscat şarabından daha yumuşak’’ demesi;
Madame
de Pompadour, Alexandre Dumas, Andre Gide, Moliere,
Pierre Loti,
Victor Hugo, Balzac'ın, dünyaca ünlü kahve tutkunları
olarak
anılması; Türkiye'de ise ünlü ressam Ali Rıza Bey'in
kahve ve
etrafındaki nesneleri, insanları karakalem resmetmesi
bunlardan
sonra...
BREZİLYA'DAN
GELDİ
Yemen'den
Türkiye'ye
gelen kahve dünyaya yayıldıkça, Yemen'in üretimi
yetersiz kalır.
1600'lü yıllardan itibaren, iklimi kahve tarımına
uygun Jamaika,
Küba, Kolombiya, Brezilya gibi ülkeler de kahve
üretmeye başlarlar.
Türkler, kendi damak tadlarına en uygunu olduğuna
karar verdikleri
Brezilya kahvesinde karar kılar. 1700'lü yıllardan
itibaren
kahve çekirdeklerini Brezilya'dan alırlar. Peki
çekirdeği Brezilya'dan
gelen kahve, nasıl Türk Kahvesi olur? Elbette,
kültürüyle! Kavruluşu,
pişirilişi, sunumu ve içimiyle...
Mehmet
Efendi dükkanı
babasından devralana kadar, Tahtakale'de çiğ çekirdek
olarak
satılan ve evlerde tavada kavrulup el değirmenlerinde
çekilen
kahve, bir gün mis gibi kokusuyla Tahmis Sokak ve
çevresine
yayılır. Çünkü Mehmet Efendi, müthiş bir girişimci
ruhla, kahveyi
dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak sunmaya
başlamıştır.
Sağladığı bu kolaylıkla derhal Kurukahveci diye
tanınacak, cumhuriyetten
sonra da ailesi bu lakabı soyadı olarak alacaktır.
Mehmet
Efendi 1931'de
ölünce baba mesleğini oğulları Hasan Selahattin,
Hulusi ve Ahmet
Rıza sürdürür. En büyükleri olan Hasan Selahattin
Kurukahveci
(1897-1944), tanıtıma ve yurt dışı pazara önem verir.
Çok genç
yaşta ölen Hulusi Kurukahveci (1904-1934) ise 1930'lu
yılların
gelişen teknolojisine ayak uydurarak toplu üretimi
gerçekleştirir.
Ayrıca İstanbul Tahtakale'deki binanın yerine, dönemin
ünlü
mimarı Zühtü Başar'a art deco tarzında bir dükkan inşa
ettirir.
Bugün hálá kullanılmakta olan üç katlı betonarme
binanın bodrum
katı depolara, zemin kat değişik bir ışıklandırma
düzeniyle
satış bölümüne, diğer katları da idari personele
ayrılır.
Kahve,
yağlı kağıttan
paketler içinde bakkallara bir otomobille dağıtılmaya
bu dönemde
başlanır. Aynı zamanda Galatasaray Sahne Sokak'ta bir
şube açılır.
O dönem İstanbul'un alışveriş merkezleri Eminönü ve
Galatasaray'daki
pazar olduğu için bu kadarı da yeterlidir doğrusu.
Hulusi
Kurukahveci'den
sonra yönetimi Ahmet Rıza devralır (1912-1985). Bir
süre Londra'da
eğitim gören Ahmet Rıza Kurukahveci, müesseseyi daha
da çağdaşlaştırır
ve tanıtımla reklama büyük önem verir. Müessesenin
bugün de
kullandığı -ve ilelebet kullanacağını açıkladığı-
amblemi dönemin
ender grafikerlerinden İhap Hulusi, 1937'de çizer. Bu
desen
1990'lı yıllarda Bülent Erkmen tarafından yeni
ambalajlara uyarlanacaktır.
O yıllarda ‘‘yenilik’’ sayılan afiş ve takvim
çalışmaları da
onun döneminde yapılarak firmanın reklamları
yaygınlaştırılır.
Firma, ilk
kez 1952-60,
sonra da 1977-82 arasında ülkede başgösteren döviz
sıkıntısı
nedeniyle kahve yerine çay satmak zorunda kalsa da
bugünlere
gelişerek gelir. ‘‘İkinci Kahvesizlik Dönemi’’nde
Galatasaray
Mağazası kapatılacak, ancak daha sonra Kadıköy'de
bugün de varolan
bir şube açılacaktır.
FOLYO
POŞET DEVRİMİ
Bugün
Kurukahveci'nin
yönetiminde olan Mehmet Efendi'nin torunları işletme
mezunu
Mehmet ve makina mühendisi Hulusi Beyler, babaları
Ahmet Rıza'nın
ölümünden sonra bayrağı devralırlar. Hulusi
Kurukahveci, dedesi
Mehmet Efendi'nin kahve öğüttüğü dibeklerden bir asır
sonra
yeni kahve makineleri geliştirecektir. Bugünün 100
gramlık folyo
paketleri ve 250 gramlık teneke kutularıyla
şarküterilere, marketlere,
bakkallara girenler onlardır. Yeni ambalajlar ve özel
kahve
setleriyle başta ABD, İngiltere, Almanya, İspanya,
Danimarka,
Avustralya, Yeni Zellanda ve Hong Kong olmak üzere 20
ülkeye
ihracat gerçekleştirerek, yurt dışında pek çok
etkinliğe katılarak
Türk kahvesini tanıtırlar. Çeşitli ülkelerde yaşayan
Türkler,
ağlayarak telefon ederler: ‘‘Ailemden birini görmüş
gibi oldum!’’
Yüzde
1000 Türk
Zaman zaman
alevlenen
uluslararası küçük bir kavgayı hatırlayın; Yunanistan
da, Lübnan
da, İsrail de bu kahveye sahip çıkar. Ama bugün
Kurukahveci'nin
danışmanı olan Özdemir Ayer, Türk misafirperverliğinin
simgesi
olan kahvenin Türk olmasıyla ilgili oranı şöyle
açıklar: Yüzde
bin! Üstelik bunu sadece Türkler'in değil, Dünya Kahve
Organizasyonu'nun
da söylediğini ekler.
Milyonlarca
kız istenme
seremonisinde başrolü oynamıştır Türk kahvesi.
Milyonlarca dostun
acı kahvesi içilmiş; kaç milyon tane 40 yıllık hatır
doğmuştur.
Kahvesi içilir olmak önemli bir statü olagelmiştir
hep, yorgunluk
kahvelerinin tadına doyum olmamıştır. Ne hazır
kahveler, ne
makine kahveleri talip olmuştur Türk halkının damak
tadına ama,
onun gönlünde her daim -yüzde 84 oranında- Türk
kahvesi olagelmiştir.
Firma yetkililerinin söylediğine göre, Kurukahveci
Mehmet Efendi
ve Mahdumları'nın hiçbir zaman diğer rakiplere karşı
ciddi bir
mücadele vermesine gerek kalmamıştır. İçinde 600 ayrı
aroma
bulunan bu tad daha uzun süre yaşayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder