İnsanlarımız çiğ kahveyi satın alarak evlere
getirir. Bu kahve, tenekeden yapılmış, üzeri kapaklı “Kahve Tavası”nın
içine konur. Odun ateşinde belli kıvama gelinceye kadar kavrulur.
Kavrulan kahve ağaçtan yapılan …… adı verilen kahve soğutma kabına
aktarılır. Evlerde normalde biraz fazlaca kahve kavrulurdu; habersiz,
ansızın gelen misafirlere ikram etmek için. Ama keyfine düşkün öyle
insanlarımız vardı ki -belki bunlar sayıca azdır- bunların evlerinde her
gün birkaç fincanlık kahve kavrulur, dövülürdü. Taze kahve içerlerdi,
üç günden önce hazırlanmış kahve eski idi.
Soğuyan kahve dibekte havaneli ile dövülerek
öğütülür, yani toz haline getirilir.
Dibek, taştan veya ağaçtan yapılır.
Azat meşesi veya çitlembik ağacından 25 cm çapında, 20-25 cm uzunlukta ağaç
kesilir.
Taş dibek yapılacak ise dere taşı veya mermer kayadan ayni
ölçülerde görünüm verilir.
Dış görünüş olarak farklı desenler verilir;
boya, cila sürülür.
Silindirin bir tarafından tam ortasına gelecek
şekilde, tahmini 10 cm
çapında, 15 cm
derinlikte oyulur. Demircilere, 40 cm uzunlukta, 3 veya 4 cm çapında, ucu
bombeyli, hafif dışa doğru, tutulacak veya ksımen tutmaya uygun şekil
verilmiş, demirden havaneli yaptırılırdı.
Ağaç dibek olarak çitlembik
ağacı tercih edilirdi.
Çünkü kahve dibekte havaneli ile dövülürken
çitlembik tadı kahveye geçer, pişirilen kahveye ayrı bir özellik
katardı.
Dibek içine konan kavrulmuş kahve, havaneli ile vurularak
dövülmeye başlar.
Belli bir süre sonra kahvenin pişirilecek toz kıvamına
gelip gelmediğini anlamak için, dibekteki
kahveden biraz avucuna koyar, atarsın ağzına.
Dilin, damağın, dişin,
dudağın söyler sana dövme işinin bittiğini veya biraz daha dövüleceğini.
Genelde dibekte kahve dövme işini kadınlarımız yapmıştır.
Kahvehanelerde satılan kahveleri, kahve mesleği icra eden firmaların
ürettiği hazır kahvelerden satın alınırdı.
1960’lı yıllardan sonra metalden yapılan, el ile
çevrilen, küçük kahve değirmenleri çıktı.
Tiryakilere göre kahvenin tadı
kaçmaya başladı. Bazı insanlarımız bu kahveyi belki tat getirir diye
ayrıca bir süre daha dibekte dövdü, sonra pişirdi.
Daha sonraları
elektrik ile çalışan, kahveyi hem kavuran, hem öğüten kahve makineleri
çıktı.
Şimdi ise pek çok firmanın ürettiği, pişirilmeye hazır, paket
içinde kahveler satılıyor.
Evlerde kahveler kavrulurken, dibekte
dövülürken çevreye kahve kokusu yayılıyordu.
Şimdi, kahve fincanındaki
kahveyi ağzınıza çektiğiniz zamana kadar, kahvenin kokusu da duyulmuyor,
tadı da…
Kahve fincanları bir
sanat eseriydi. Hem fincanın kalıbındaki (Görünüşündeki) desenlere
verilen estetik, hem de fincan ve tabağına farklı renklerle işlenen
desenler, kahve içimine ayrı zevk ilave eder. Eskiden fincanlarda sap
yoktu. Kahve dolu fincanı parmaklarla tutmak, onu yudumlamak sanki çok
farklıydı. Sandalye veya koltuğa da otursun, yerde bağdaş ta kursan,
bacak bacak üstüne atacaksın, höpürdeterek içeceksin…
Bazı insanlarımız kahveyi dibekte döverken, içine
değişik tat versin diye, kahve içine vanilya, karabiber, çörekotu gibi
bitkiler ilave etmişler.
Şimdiki hazır kahve paketlerinde çeşit çeşit
katkı maddeleri var.
Kahve kıtlığı olan (Karaborsa yılları) 1960’lı,
1970’li yıllarda, çiğ nohut kavrularak kahvelere katılmıştı. Normal
hayatında sade süt içemeyen bir kişi, sütlü kahveyi rahat içebilir. Yani
kahve, insana süt de içirtir. Kahve tiryakileri olduğu gibi; hergün
dövülmüş kahveden yarım çay kaşığı ağzına atan, yutan tiryakilere de
rastlanır. Bazı kahve tiryakisi avcılar, av çantasında, kahve, cezve,
fincan taşırlar.
Pişirilen
kahve fincana değil de çay bardağına konularak içilirse, bu zevk
şekline “Süvari” adı veriliyor.
Fala inanma, falsız da kalma demişler.
Kahve falı bakmak, baktırmak ayrı bir zevk. Kahveyi içtin mi, fincanın
ağzına tabağı ters çevirerek kapatırsın, fincanın telvesini birkaç defa çalkalar, tabağı ile birlikte fincanı
tekrar ters çevirirsin. Tepe aşağı gelen fincanı tabak üzerinde öylece
birkaç dakika bekletirsin. Sonra fincanı alırsın eline, bakarsın
içindeki telvede oluşmuş şekillere, başlarsın konuşmaya; atarsın
atarsın.
Kahvenin yapımı, sunumu
ve içimi dostlukla kol kola girmiştir. Ülkemizde birisini övdüğünüzde
“onun kahvesi içilir” dersiniz. Yada birisini onurlandırmak
istediğinizde “bir fincan kahveni içeyim” dersiniz. Kahveyi sunan için,
bu bir onurdur. Kahveyi kabul eden için de bu bir imtiyazdır. Burada
dillendirilmiş bir hakikat gizlidir. Yurdumuzda bir mesajın söylenmeden,
sembollerle iletilmesi çok yaygındır. Türk kahvesi bu sembollerden
biridir. Birine Türk kahvesi ikram ettiğinizde, ona dostluğunuzu da
teklif etmiş olursunuz. Bir büyüğünüzü yada tanıdığınızı ziyarete
giderken hediye olarak şeker-kahve paketleyip götürürseniz, onlara aşırı
önem verdiğiniz göstergesidir. Kahve Türk misafirperverliğimizin
(konukseverliğimizin) önemli bir boyutudur. Kahve Osmanlı devletine
geldikten sonra, günlük hayatın parçası olur. Kahvaltı, kahve altı
sözünün kısaltılmış biçimidir. Yani sabah kahvesini içebilmek için yenen
yemek demektir. Türk kahvesi öğünle beraber değil, öğünden sonra
içilir. Türk yemek kültüründe yemeğin hazırlanması, sunumu ve
tüketilmesi büyük bir hassasiyetle yapılır ve çok zaman alır. Yemekten
sonra sevdiklerinizle içersiniz kahvenizi. Kadın için kocasına kahve
hazırlamak büyük bir zevk ise, erkek için karısının kahve pişirmesiyle
övünmesi onur işidir.
Türk
kahvesi bir yetişkin içeceğidir. Çocuklar kahve içmez.Oğlan çocukları
kahve içmek istediğinde, “büyüyünce bıyıkların ucu yukarıya doğru uzar”
denirdi. Kız çocukalrı kahve içmek istediğinde, “büyüyünce bıyıkları n
çıkar”, “büyüyünce ayak topukların yarılır,
çorabın telini kaçırır” diye korkutucu sözler söylenirdi.
Kahvenin hazzından nasiplenebilmek için belirli bir
yaş sınırının üstünde olmalısınız. Kahvenizi dört şekilde servis
edebilirsiniz. Sade, az şekerli, orta şekerli. Dikkat etmeniz gerekn
başka bir nokta da şu; acele etmeden, kısık ateşte pişirmelisiniz
kahvenizi. Kahveyi en güzel pişirecek ateşin hazırlanışı şöyledir: Meşe
odunu yakılır; yarı köz, yarı kül olunca karışım içine cezve konur.
Kahve pişirmeye böyle başlanır ve pişirilir.
Halkımızın arasında şöyle bir söz vardır; “Bir fincan
kahvenin kırk yıl hatırı vardır”. Bunun anlamı, b ir
fincan kahvenin uzun arkadaşlıklara kapı açtığıdır. Kahvenin telvesinin
dibe çökmesi; bu bir farklı içim deneyimi demektir. Bazı kahve
içicileri, kahveyi içtikten sonra kahvenin dibinin telvesini de yerler.
Diğer ülkelerde, mesela Amerika’da bir bardak kahvenizi elinize alır
yudumlarken, diğer elinizle cep telefonunuzla konuşur yada diğer
elinizle arabanızı sürersiniz. Bu arada kahve bardağınızın üzerini
kapatırsınız ki orda burada sallanırken üzerinize dökülmesin. Türk
kahvesi araba sürerken içmek için yapılmaz. Bazı analar kızlarının kahve
pişirme şeklini beğenmedi mi şöyle söylerlerdi: “Seninle hiçbir Türk
genci evlenmez!”
Türk
kahvesinin evlilik sürecinde ne kadar önemli olduğunu anlarsınız. Eğer
genç bir adam, genç bir kızı beğenmişse, ailesiyle kızın ailesinin evine
gider. Aileler birbiriyle konuşurken, genç kız mutfağa geçer ve kahve
hazırlamaya başlar. Genç adamın ailesi, genç kızı bu kahvenin tadına
bakarak değerlendirir. Zira bu kahve, o genç kızın ev işlerindeki
becerisinin bir aynasıdır. Bazen genç kız kahveyle genç adama bir mesaj
gönderir. İçine koyduğu şekerin miktarı, genç adamın gelişinden duyulan
memnuniyetin habercisidir. Eğer tersi bir durum söz konusuysa, kahvenin
içine tuz da konabilir.
Kahve
bir bardak su ile ikram edilir. Su, ağzınızı, kahveyi içmeden önce
temizlemek içindir. Kahve içmek bir ayrıcalıktır, bir seremonidir.
Gerçekten sizi eşinizle birlikte oturmaya ve kaliteli zaman geçirmeye
zorlar. Asıl mesele de budur. Kahve yalnızca bir bahanedir. Kahve,
kahveden daha öte bir şeydir. Seven sevdiğine ikram ettiğinde; kız
çocuğu babasına sunduğunda; gelin adayı kendisine talip olan damat için
hazırladığında; yaşlı bir çift ellinci evlilik yıldönümlerini katlamak
için maziden kalma fotoğraflarına bakarken kahveyi birlikte
yudumladıklarında; yıllar sonra buluşan çocukluk arkadaşlarının
damaklarında…kahve kahveden öte bir şeydir!..
Gönül ne kahve ister, ne kahvehane.
Gönül bir dost ister, kahve bahane.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder