28 Nisan 2013 Pazar

OKKALI,ÇİFT ŞEREFELİ,ŞEKERLİ,SOĞUK TÜRK KAHVESİ

OKKALI,ÇİFT ŞEREFELİ,ŞEKERLİ,SOĞUK TÜRK KAHVESİ

2.dünya savaşı sona ermiş,Avrupa yeniden şekillenmektedir.Bir tarafta ABD ve müttefikleri,diğer yanda Sovyetler Avrupayı parsellemektedirler.Osmanlı imparatorluğunun çökmesinden sonra,Atatürk tarafından temelleri atılan Türkiye cumhuriyeti,dünya savaşının sıkıntılarını üzerinden atmaya çalışmaktadır.Bu dönemde çok partili demokrasiye geçen Türkiyenin,terk ettiği topraklardaki Türk soydaşları,yabancı ülkelerin dinsel,ekonomik ve siyasal baskılarından kaçmakta,göç ederek Ana yurtlarına gelmeye çalışmaktadırlar.
Üç dört kuşaktır akrabaları ana yurda göçmekte olan Hüseyin ağanında artık ana yurda göç etmek vakti gelmiş,Komünist bloka dahil olan Bulgaristandan Ana yurda doğru hareket etmiştir.Köyünde tüm kardeşleri ve akrabaları komünist sistemin izin verdiği birkaç yorgan ve giysisini bohçaladığı gibi pasaportlarını alıp 1950 yılının güz aylarında yola koyulmuşlardır.
Yıllar öncesinden anayurda göç eden akrabalarını bulacaklar,onların yanına yerleşerek yeni bir yaşama başlamayı düşlemektedir.Hüseyin Ağanın 30 lu yıllarda bir ablası,40 lı yıllarda en büyük ağabeyi ana yurda göçmüştür.Şimdi umutla küçük ağabeyi ile birlikte bir çocuğunu da katırının üstüne koyup sınıra doğru yol almaktadır.Ne var ki onu uğurlayanların,Hüseyin ağanın ana yurda ulaşabileceğine inançları yoktur.Çünkü Hüseyin ağa çok hasta durumdadır.
Yalnız üst baş ve birkaç küçük eşyayla birlikte Edirneden ana yurda girmiş ve gümrükte küçük ağabeyi de ondan önce geçtiği için hangi soyadını aldığını bilmemekte,ancak gelen haberlerden kulağında kaldığı kadarı ile büyük ağabeyi Caferin Yılmaz soyadını isteyecektir.
Gümrükten geçerken kendilerini Konya taraflarında iskan edileceği ve kendilerine toprak verileceği söylenmiş, ancak karısı Şevkiye,hasta kocasıyla yapayalnız bir şekilde o kadar uzaklara gidemeyeceklerini düşündüğü için iskan edilmeyi kabul etmezler ve doğruca İzmit iline doğru yola koyulurlar.Kendilerine verilen yiyeceklerle birlikte iki gün içinde İzmite varırlar ve ağabeyleri Caferin yanına,İzmitin Yuvacık köyüne doğru yol alırlar.
Neden bu köye gelirler oda garip bir tesadüftür.En büyük ablaları,30 lu yıllarda kocası ile birlikte ana yurda göçmüş ve daha önce işledikleri bir cinayet nedeniyle kaçarak anayurda gelen akrabalarının yanına gelmişlerdir.O nedenle büyük ağabeyleri 40 lı yıllarda ablasının ve eniştesinin bulunduğu bu köye gelmiş ve kardeşlerine arkasından bu köye gelmelerini tembihlemiş dir.Ne de olsa memlekette tütün işlemede usta oldukları ve bu köyde de çok iyi tütün yetiştirildiği için iş bulmaları,tütün ekip yeni bir yaşama başlamaları daha kolay olacaktır.Tütünün yanında dağ eteğinde olan bu köyde orman ürünü ve hayvancılıkta yapabileceklerdir.
Yuvacık köyüne gelen Hüseyin ağa,Murat dayının eski bir ahırdan bozma penceresi bile olmayan evine yerleşir. Hasta olduğundan tütün ekemeyecek olan Hüseyin ağaya yaklaşan ramazan ayında köyün davul çalma işini verirler. Geldiği önceki vatanında varlıklı bir kimse olan Hüseyin ağa ramazan gecelerinde bu davulu nasıl çalacağını Murat dayıya sorar.Çünkü utanmaktadır,bir dilenci gibi davul çalarak geçimini temin etmek ona ağır gelmektedir.Murat dayı köy kahvesinde durumu köylülere anlatır ve köy gençlerinin davulu çalmasını ve toplanan paraların Hüseyin ağaya verilmesini kararlaştırırlar.Ramazan da biter ve karnı burnunda karısı ile nasıl geçineceğini düşünmektedir.

O sırada köylülerden birisi köyde bulunan iki kahveden biri olan kendi kahvesini işletmesini teklif eder.Başka çaresi olmayan Hüseyin Ağa bu teklifi hemen kabul eder.Karısı karnı burnunda tütüne çapaya gider,pastal zamanı pastalda yapacaklardır.Kahveden de biraz gelir gelirse yaşamlarını rahatça sürdürebileceklerdir.
Bu şartlarda kahveyi çalıştırmaya başlar.Karısı bir süre sonra doğum yapar,ancak penceresiz evde,yeterli beslenme olanağı bulamayan Dayıları Deli Bilalin adını koydukları çocuklarını on beş günlükken kaybederler.
Bu arada kahvenin sahibi dağdan odun getirmekte ve kahveye odun bırakmaktadır.Odunları kahveye bıraktıktan sonra köyün diğer kahvesine gider ve kahvesini çayını orada içer.Bu durum Hüseyin ağanın zoruna gider.Günlerden birgün kahvenin sahibi yine odun getirmiş,odunları beraber kahvenin arka tarafına sıraladıktan sonra,kahve sahibi tam diğer kahveye gidecekken Hüseyin Ağa sorar.İsmail efendi,neden benim çayımı,kahvemi içmezde öteki kahveye gidersin diye.İsmail efendi hiç tereddüt etmeden peki,bu kez senin kahveni içeyim bari der ve içeri girerler.
Hüseyin ağa sevinçle ocağa koşturur ve ateşi canlandırmak için birkaç kömür çubuğunu ateşe atar.Yeterli hazırlığı yaptıktan sonra İsmail efendinin yanına gelerek sorar.İsmail efendi çay mı? kahve mi içersiniz diye?

İsmail efendi; ben kahve içerim ama bilmem sen yapabilir misin diye istihza ile sorar.Hüseyin ağa; yaparım İsmail efendi der.İsmail efendi; eğer istediğim kahveyi yapamazsan bir daha senin kahvene gelmem der.Hele bir söyleyiver; kahveni nasıl içersin? Diye sorar.
İsmail Efendi ben kahveyi Okkalı,Şekerli Çift şerefeli ve soğuk içerim diyerek cevap verir.Hemen ocağa doğru yönelir ve koştururcasına kahveyi yapmaya koyulur.Biraz sonra elinde okkalı fincanda yaptığı kahvenin dumanı tüte tüte İsmail efendinin yanına gelir.Buyrun İsmail efendi kahveniz der.İsmail efendi önce kahve fincanına şöyle bakar,bıyık altından gülümseyerek,ilk elde güzel görünüyor diyerek kahveden bir yudum alır,ağzına aldığı bir yudum kahveyi ağız içinde şöyle bir dolandırarak yutar ve eh Hüseyin ağa der.Sen benim gibi köyün en tiryaki adamının kahvesini bile böyle mükemmel yaptıktan sonra tüm köylü senin kahvene gelecektir diye kahvesini keyifle içmeye devam eder.
Hüseyin ağa şöyle bir omuzlarını kaldırır ve dik bir şekilde gururla ocağına doğru gider.O günden sonra köyün en tiryakileri Hüseyin ağanın müşterisi olmuşlardır.
Köyün bir başka tiryakisi de Hüseyin ağaya dadanmıştır.Rüstem ağa köyün kaçakçılığı ile ünlü bir kişisidir.Köyün çay kahve ihtiyacı ile sarma tütün kağıdını ve başkaca ihtiyaçlarını kaçak olarak köye getirmektedir.İşte bu Rüstem ağa kahvenin üstüne su içtiği için tiryakiliği makbul tutulmaz kendisiyle köyün diğer insanları alay edermiş.Rüstem ağada onlara,kahveden anlamasam,kahvenin en iyisini size nasıl getiririm,ben olmasam nohut kahvesine talim edeceksiniz diye karşılık verirmiş.İşte bu Rüstem ağanın kahve sonrasında içtiği su nedeniyle bir gün Hüseyin ağa Rüstem ağanın kahvesine bir iki adet arpa tanesi atarak pişirmiş,okkalı,çift şerefeli,şekerli ve soğuk kahvesini yapmış ve Rüstem Ağaya götürmüş.Ama oda ne? kahvesini içtikten sonra Rüstem Ağa ha bire su istemektedir.Bu durum göçmen Hüseyin ağanın dikkatini çekmiş ve sormuş.Bre Rüstem ağa,kahvenin üstüne su içmeni anlıyorduk ama bu da ne? ha bire su istersin,neden diye sorunca,Oğlum göçmen Hüseyin,Kahveyi çok güzel yaparsında içine arpayı fazla kaçırmışsın,o nedenle arpa çok susattı beni,deyince Rüstem ağanın gerçekten has bir kahve tiryakisi olduğu böylece tescil edilmiş.
Bu olaydan sonra yeniden göç etmek zorunda kalırlar.Beş altı ay sonra 1951 yazında Bursaya göç ederler. Bursada tütün işleme fabrikaları çoktur ve tütün ustası göçmenler aranmaktadır.Kendilerinden önce Bursaya giden akrabalarının iş çağrısı üzerine kalan yaşamlarını Bursada devam ettirmek üzere İzmitn Yuvacık köyünden Bursaya yeniden göç ederler.
Hüseyin ağanın,Köyün en tiryakisi İsmail efendiye yaptığı o kahve ile,Köyün kaçakçısı Rüstem Ağanın arpa hikayesi,Yuvacık köyünde hala anlatılmaktadır.
O zamanlar kahve Ülkemize Brezilyadan değil yemen civarından gelmektedir.Bilmem şimdiki kahve tiryakilerinde böyle özel damak zevkleri varmıdır?
Rahmetli Babamın Anısına saygılarımla.


Ali Osman Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder