28 Nisan 2013 Pazar

YÜZDE BİN TÜRK

Türk kahvesini öğüterek tiryakilere ilk kez hazır bir şekilde sunan Mehmet Efendi'nin asırlık müessesesi Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları, bu yıl 130'uncu yaşını sürüyor. Erken cumhuriyet döneminde, muhteşem bir otomobille birkaç yüz binlik İstanbul'un bakkallarına yağlı kağıt içinde dağıtılan bu kendine özgü tadlı kahve, bugün 20 ülkeye folyo paketler ve şık teneke kutular içinde gidiyor. Sidney'den, Boston'dan ‘‘Ailemden birini görmüş gibi oldum’’ diyen telefonlar gelmesi, bunca uzun yıldır Türk kahvesi denince akla sadece Kurukahveci Mehmet Efendi'nin adının gelmesinden. Hazırın en çabuğunu gerektiren hayat şartlarına, makinelerde filtre edilmiş havalı kahvelere, aromalılara, sıcak suyla anında hazırlananlara inat, Türk evlerindeki yüzde 84'lük payını da koruyor Türk Kahvesi (Mehmet Efendi de bunlar arasındaki ezici üstünlüğünü). Çünkü hazırlanılışı, sunuluşu, içimi ve sohbetiyle o, 450 yıldır süzülen ayrı bir kültür ve gelenek. 1871'den bu yana İstanbul Eminönü'ndeki yerinde hayatını sürdüren bu mütevazı müesseseyi, bugün üçüncü kuşak yönetiyor.
Fatih Timurhan Mektebi ve Süleymaniye Medresesi'nde eğitim gören 1857 doğumlu Mehmet (Efendi), babası Hasan Efendi'nin baharat ve çiğ kahve satan küçük dükkanına çırak olarak girdiğinde, kahve Osmanlı mutfağına gireli 300 yılı aşmıştır. Kanuni zamanında Yemen Valisi olan Özdemir Paşa sayesinde önce saraya giren, etrafında hemen bir seremoni oluşturup kendi geleneğini, Yahya Kemal'in deyimiyle ‘‘medeniyetini’’ yaratan kahve, ardından konaklara, oradan evlere yayılmıştır. Zarfları, ibrikleri, fincanları, tepsileri ve örtüleriyle... İlk Türk kahvesi tohumları Eminönü'ndeki ‘‘Taht-u Kale’’de atılmış; bir sokağa da adını vermiştir: Bugün de aynı adı taşır, Tahmis Sokak. Tahmis kurukahve demektir, tahmisçi de kurukahveci. Civarda hızla 55 kahvehane, 200 çalışan ve sayısız müdavim oluşmuştur.
Bu kahvenin, İstanbul'da ona bayılan Venedikli tacirler tarafından ülkelerine götürülmesi (1615), Marsilya'ya ilk kahvenin ihracı (1650), Osmanlı Sefiri hoşsohbet Süleyman Ağa'nın ünlü kahve davetleriyle bu içeceği Paris sosyetesine tanıtması (1669) ve Osmanlı kuşatması sayesinde Viyanalılar'ın da Türk kahvesiyle tanışması (1683) Mehmet Efendi'den çok öncedir. Ünlü besteci Bach'ın kahveye aşık olması ve ünlü Kahve Kantatı'nı yazarak, ‘‘Ah, kahve ne tatlı/binlerce öpücükten daha tatlı/ muscat şarabından daha yumuşak’’ demesi; Madame de Pompadour, Alexandre Dumas, Andre Gide, Moliere, Pierre Loti, Victor Hugo, Balzac'ın, dünyaca ünlü kahve tutkunları olarak anılması; Türkiye'de ise ünlü ressam Ali Rıza Bey'in kahve ve etrafındaki nesneleri, insanları karakalem resmetmesi bunlardan sonra...
BREZİLYA'DAN GELDİ
Yemen'den Türkiye'ye gelen kahve dünyaya yayıldıkça, Yemen'in üretimi yetersiz kalır. 1600'lü yıllardan itibaren, iklimi kahve tarımına uygun Jamaika, Küba, Kolombiya, Brezilya gibi ülkeler de kahve üretmeye başlarlar. Türkler, kendi damak tadlarına en uygunu olduğuna karar verdikleri Brezilya kahvesinde karar kılar. 1700'lü yıllardan itibaren kahve çekirdeklerini Brezilya'dan alırlar. Peki çekirdeği Brezilya'dan gelen kahve, nasıl Türk Kahvesi olur? Elbette, kültürüyle! Kavruluşu, pişirilişi, sunumu ve içimiyle...
Mehmet Efendi dükkanı babasından devralana kadar, Tahtakale'de çiğ çekirdek olarak satılan ve evlerde tavada kavrulup el değirmenlerinde çekilen kahve, bir gün mis gibi kokusuyla Tahmis Sokak ve çevresine yayılır. Çünkü Mehmet Efendi, müthiş bir girişimci ruhla, kahveyi dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak sunmaya başlamıştır. Sağladığı bu kolaylıkla derhal Kurukahveci diye tanınacak, cumhuriyetten sonra da ailesi bu lakabı soyadı olarak alacaktır.
Mehmet Efendi 1931'de ölünce baba mesleğini oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza sürdürür. En büyükleri olan Hasan Selahattin Kurukahveci (1897-1944), tanıtıma ve yurt dışı pazara önem verir. Çok genç yaşta ölen Hulusi Kurukahveci (1904-1934) ise 1930'lu yılların gelişen teknolojisine ayak uydurarak toplu üretimi gerçekleştirir. Ayrıca İstanbul Tahtakale'deki binanın yerine, dönemin ünlü mimarı Zühtü Başar'a art deco tarzında bir dükkan inşa ettirir. Bugün hálá kullanılmakta olan üç katlı betonarme binanın bodrum katı depolara, zemin kat değişik bir ışıklandırma düzeniyle satış bölümüne, diğer katları da idari personele ayrılır.
Kahve, yağlı kağıttan paketler içinde bakkallara bir otomobille dağıtılmaya bu dönemde başlanır. Aynı zamanda Galatasaray Sahne Sokak'ta bir şube açılır. O dönem İstanbul'un alışveriş merkezleri Eminönü ve Galatasaray'daki pazar olduğu için bu kadarı da yeterlidir doğrusu.
Hulusi Kurukahveci'den sonra yönetimi Ahmet Rıza devralır (1912-1985). Bir süre Londra'da eğitim gören Ahmet Rıza Kurukahveci, müesseseyi daha da çağdaşlaştırır ve tanıtımla reklama büyük önem verir. Müessesenin bugün de kullandığı -ve ilelebet kullanacağını açıkladığı- amblemi dönemin ender grafikerlerinden İhap Hulusi, 1937'de çizer. Bu desen 1990'lı yıllarda Bülent Erkmen tarafından yeni ambalajlara uyarlanacaktır. O yıllarda ‘‘yenilik’’ sayılan afiş ve takvim çalışmaları da onun döneminde yapılarak firmanın reklamları yaygınlaştırılır.
Firma, ilk kez 1952-60, sonra da 1977-82 arasında ülkede başgösteren döviz sıkıntısı nedeniyle kahve yerine çay satmak zorunda kalsa da bugünlere gelişerek gelir. ‘‘İkinci Kahvesizlik Dönemi’’nde Galatasaray Mağazası kapatılacak, ancak daha sonra Kadıköy'de bugün de varolan bir şube açılacaktır.
FOLYO POŞET DEVRİMİ
Bugün Kurukahveci'nin yönetiminde olan Mehmet Efendi'nin torunları işletme mezunu Mehmet ve makina mühendisi Hulusi Beyler, babaları Ahmet Rıza'nın ölümünden sonra bayrağı devralırlar. Hulusi Kurukahveci, dedesi Mehmet Efendi'nin kahve öğüttüğü dibeklerden bir asır sonra yeni kahve makineleri geliştirecektir. Bugünün 100 gramlık folyo paketleri ve 250 gramlık teneke kutularıyla şarküterilere, marketlere, bakkallara girenler onlardır. Yeni ambalajlar ve özel kahve setleriyle başta ABD, İngiltere, Almanya, İspanya, Danimarka, Avustralya, Yeni Zellanda ve Hong Kong olmak üzere 20 ülkeye ihracat gerçekleştirerek, yurt dışında pek çok etkinliğe katılarak Türk kahvesini tanıtırlar. Çeşitli ülkelerde yaşayan Türkler, ağlayarak telefon ederler: ‘‘Ailemden birini görmüş gibi oldum!’’
Yüzde 1000 Türk
Zaman zaman alevlenen uluslararası küçük bir kavgayı hatırlayın; Yunanistan da, Lübnan da, İsrail de bu kahveye sahip çıkar. Ama bugün Kurukahveci'nin danışmanı olan Özdemir Ayer, Türk misafirperverliğinin simgesi olan kahvenin Türk olmasıyla ilgili oranı şöyle açıklar: Yüzde bin! Üstelik bunu sadece Türkler'in değil, Dünya Kahve Organizasyonu'nun da söylediğini ekler.
Milyonlarca kız istenme seremonisinde başrolü oynamıştır Türk kahvesi. Milyonlarca dostun acı kahvesi içilmiş; kaç milyon tane 40 yıllık hatır doğmuştur. Kahvesi içilir olmak önemli bir statü olagelmiştir hep, yorgunluk kahvelerinin tadına doyum olmamıştır. Ne hazır kahveler, ne makine kahveleri talip olmuştur Türk halkının damak tadına ama, onun gönlünde her daim -yüzde 84 oranında- Türk kahvesi olagelmiştir. Firma yetkililerinin söylediğine göre, Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları'nın hiçbir zaman diğer rakiplere karşı ciddi bir mücadele vermesine gerek kalmamıştır. İçinde 600 ayrı aroma bulunan bu tad daha uzun süre yaşayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder