Eskiden” Türk kahvesi şöyle
hazırlanırdı:
Bugünkü gibi, kavrulmuş çekilmiş
hazır Türk kahvesi o günlerde piyasada yoktu. Böyle bir kavram, yani “çekilmiş
hazır Türk kahvesi” yok olduğu gibi, ortaya çıktığında da
"dejenerasyon" olarak algılandı ve reddedildi yıllarca!
Önceleri, Eminönü'nde Mısır
Çarşısının arka köşesine denk düşen kahveci, (aşağıda anlatılacak seremoniyi kısa
kesmek isteyerek, kestirmeden kahve pişirmek isteyenlere, (özellikle 'kahve
ocakları - eski: kıraathanelere)) gramla, açık kesekağıdında, orada ve o sırada
bir yandan kavrulup çekilen, kavrulmuş ve çekilmiş "Hazır Çekilmiş
Türk Kahvesi" satmaya başladığında küçümseyerek ve "bu iş olmaz
böyle, olmamalı da; işin doğasına aykırı, ucuzlatıyor bu törensel
olguyu!" diyerek eleştirilirdi! "kıraathane kahvesi" diye!
En önemli neden ise, aşağıdaki
şekilde hazırlanmış bir Türk kahvesi ile, bazı özen gösterenler olduğu
halde, çoğu kıraathane kahvesi'nin "bayatlamış-geçmiş" tadının farkı
idi!
Neyse, bugünlerde bir
çok kişinin "farkında" bile olmadiği "Türk Kahvesi hazırlama
töreni" özetle şöyle gelişirdi.
Hem tazeliğini
koruyarak saklama/ambalaj sorunları, hem de işin doğasi gereği: yani,
"taze bir Türk kahvesi!" nedeni ile kahve eve "yeşil
çekirdek" halinde iken satın alınırdı. En uzun dayanma şeklinde...
Türk kahvesi hazırlanacağı
zaman yeteri kadar yeşil çekirdek alınır ve yarım veya tam kapaklı, üzeri işlemeli
özel bakır, prinç, bronz, daha mütevazı evlerde demir-pik, “kahve kavurma tavası"nda
aynı zamanda ısınmakta da kullanılmakta olan tandır veya mangal közünün üzerinde,
uzmanı kim ise ve hangi koyuluk keyfinde içilecekse o derecede, oracıkta
kavrulurdu: sabah kahvesinin kavrulma koyuluk derecesi ile akşam yemek ya da
rakı sonrası içilecek Türk kahvesi kavrulma koyuluğu farklı olabilirdi, kişisel
zevk de önemli bir nedendi...
O an, kim nasıl içmek
istiyorsa sorulur, o derece koyulukta kavrulurdu!... Dolayısıyla el altında
birkaç “kahve kavuran” bulundurulurdu... Oda ve ev mis gibi taze kavrulmus
kahve kokardi...
Kavrulduktan sonra,
yine bir ucu dar, yarım/tam kapaklı veya kapaksız, dikine kesik yarım
huni şekillerindeki özel, ahşap "kahve soğutan"larda soğutulurdu.
Keyfe/zamana vb göre,
"taze" kavrularak "soğutulmus" bu kahve, dikine kesik yarım
huni şeklindeki ahşap kahve soğutan'dan "el kahve değirmeni"ne
dökülürdü.
Prinç ya da bronzdan
mamul el değirmeninin kapağının içinde ikiye veya üçe katlanmiş olarak konmuş
değirmenin kolu oradan çıkarılarak, kavrulmuş kahve, haznesine
konduktan ve kapak kapatıldıktan, (ki, iki bölümden oluşan - üst:
çekirdek kahve haznesi ve değirmen, alt: çekilmiş kahve haznesi-) değirmenin
üst kısmının altındaki "kalınlık ayar pimi" ile çekilmis kahve
telvesinin, zevke göre kalınlık/incelik ayarı yapıldıktan sonra, el değirmenin
ortasından geçen şaftın ucuna takılır, elle çevirilerek kahve
"çekilir"di.
Tabii, yine birkaç değirmen
ve "güçlü kuvvetli" olduğu şeklinde "cesaretlendirerek",
gençler marifetiyle...
"Taze kavrulmuş ve
çekilmiş" kahve, hemen, içi kalaylı bakır, prinç veya bronz (keyfe göre)
cezvelerde, "soğuk su" (sıcak su ile Türk kahvesi olmaz; yapılsa da,
o pişirilen nesne 'Türk kahvesi' olmaz!) ve (radikal tutuculara göre:
"zurnada peşrev, kahvede şeker olmaz!" olsa da) isteğe göre şeker
ilavesiyle, aynı zamanda oda ısıtıcısı olarak kullanılan tandır ve veya
mangal közünün zayıf bir kenarında ilk köpük kabarana dek 'pür dikkat'
beklenir, cezvede kabaran ilk köpük, fincanın yarısına dek fincana dökülür
sonra iyice kaynayarak kabarması için tekrar zayıf közün üzerine konur, kabaran
ikinci köpüğü kaçan bakiye kahve, fincandaki ilk köpüğü zedelememeye çalışılarak,
fincanın kenarcığından eklenerek fincan tamamlanır.
Yanında çifte kavrulmuş
bir Malatya lokumu, bayramlarda evin en yaşlı kadını eliyle önceden mevsiminde
evde hazırlanmış vişne likörü ile servis edilirdi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder